Koçluk

Satışın Kimyası – Oksitosin

 SATIŞIN KİMYASI-Oksitosin                    ‘’Duygular mesajlarımızın tutkalıdır’’ sözünü ilk duyduğumda, çevreme verdiğim mesajların hangi duygularla eşleşiyor olduğu oldu. Peki siz hangi duygularla örülü mesajlar iletiyorsunuz? Olduğunuzu düşündüğümüz kişiyle, dünyaya yansıttığımız kişi arasındaki farkları ne kadar biliyoruz.                   Düşüncelerimiz deneyimlerimizle birleştiğinde, duygularımıza dönüşür. Yaratılan bu duygulara bağımlı yaşarken, İhtiyacımızı anlayan, önem veren, bunu bize hissettirenlere karşı duygusal bağ kurarız. Bu durum karar sürecinin en önemli basamağıdır. Müşterinize vereceğiniz mesajların doğruluğu beklenti oluşturmalı, istenmeyen pişmanlık korkusunda uzaklaştırmalıdır. Bu ne demek: kötü seçeneği seçtiğimizde statükomuz, daha iyi olduğu ortaya çıkan tercihi gözden kaçırdığı için pişmanlık duygusu yaratır. Heyecan, neşe, mutluluk ve haz oluşturacak düşünceler bizlerde güven yaratır. Güven ve değer hayat terazisinin en önemli gözleridir. Eğer satış işindeyseniz bu ikisine dikkat. Peki kime neye güveneceğimizi nerden bileceğiz? Peki neden sana güveneyim?                   Kulağa hoş gelmese de hepimiz benciliz. Kendi ihtiyaç ve beklentilerimize göre kararlar alıp veriyoruz. Tamamıyla bunun için tasarlanmış, hayatta kalmamızı sağlayan bir beyinle yaşıyoruz. Vücudumuzun ortalama %2’i ağırlığında, hareketsizken yakılan 1300 kalorinin 200 kalorisini beyin yakmaktadır. Bu sebeple karar almadan önce enerji yakmaya değip değmeyeceğini ölçmeye ihtiyacı vardır.                    Oksitosin; gardımızı indirip, güven duyduğumuzun yanında olma hazzıdır. Aitlik ve güven hissi verir. İş yerini sevmek, okulu sevmek vb. oksitsin ile ilişkilidir. Tehlikede değilsin, rahat ol mesajını oluşturur. Kalabalık bir organizasyonda tanıdığınızı aramamızı söyleyen, ona ulaştığınızda yaşadığımız duygudur. İlk olarak doğumla salgılanır, dünyaya gelme korkusu ve stresini azaltır. Çünkü salgılandığında stres hormonu kortizol yok olur, kaygı azalır. Empatiyi artırırken, hoşlandığınız birinin yanında kanda insülin gibi arttığı görülür. Belleği bozarak tekrar yapmayacağımızı söylediğimiz şeyleri yapmamızı, atılan kazığı ya da çekilen acıyı unutmamızı sağlar.                     Beynimiz güvenmeye programlanmıştır. Annene bağlanma paterni hayatımızdaki güven isteği ve karar süreçlerini belirliyor. Bu durum hamileliğin 4. Evresinde başlamaktadır. Doğduğumuz andan itibaren tüm karar süreçlerinde güven aramamızın sebebi budur. Doğduğumuz andan 2 yaşına kadar en fazla nöronlar arası plastisite gerçekleştiren beynimiz, güven ve güvensizliği deneyimlendiriyor. Güven boşa çıkmadığında hipotalamus oksitosin salgılar. Bebeklerin havaya atıldıktan sonra tutulmaları sonucu yaşadıkları mutluğun sebeplerinden biridir.  Oksitosin sayesinde hayvanlar yavrularını yalarken, insanlar onlara dokunur. Dokunmak, tokalaşmak biz insanlara iyi geliyor.                  Sosyal tehdidin artmasıyla oksitosin düşer ve stres artar. Takdir edilme ve beğenilme bizi mutlu ederken, sosyalleşmeden uzaklaşıldığında, destek azalacağı için oksitosin düşer. Müşterinizin sosyalleşme isteğine katkı sağlamak ayrıca küçük ödüller vererek beğenilme isteğini kutlamak size kazandırır. Ödüllerin maddi olması gerekmiyor, güzel bir söz, bir mesaj, değerleriyle ilgili güzel bir yansıtma yapmanızda aynı etkiyi gösterir. Bir de duruma tersten bakalım. Oksitosin ile yaratılan güven alanı bir anlamda konfor alanı yaratır. Konfor penceresinden gördüğümüz ilk şey korkudur. Konfor alanı yeniyi deneme isteğini azaltır. Neden beni ya da ürünümü tercih etmiyor diyorsanız, cevabı buradadır. ’’Alışkanlıklar 21.yüzylın en büyük hastalığıdır’’ sözü sizede hangi alışkanlıklarımdan kurtulmak istiyorum sorusunu sordurdu mu? Müşteriniz bu tercihimde alışkanlığım oluştu, ben konfor alanı yarattım demiyor ise bilin ki siz ve ürününüz ile ilgili eksikliği dile getirecektir. Müşteri itirazlarının kökünde geçmiş deneyimlerin ve buna bağlı duyguların olduğunu unutmayalım. Kök neden genelde söylenmesi en zor olandır. Bu durumda yeni güven tohumları atmalıyız. Buda yeni oksitosin devreleri yaratmak anlamına geliyor. Müşterinizin davranışlarını lehinize çevirmek istiyorsanız ilk önce güven duygusuna dokunmalısınız. Peki siz birilerine güvenirken nelere öncelik veriyorsunuz? Müşteriniz size neden güvensin? Güven koridorları nasıl oluşturulur. Hadi şimdi ona bakalım.                 İlkel beynimiz hikayenizin kendisinin dışındaki kısmıyla ilgilenmez. Dikkatini çekmek istiyorsanız sunumunuz güçlü başlangıç ve bitişi olmalıdır. Çünkü arada bilgiyi tutmak için çaba harcamaz. Hepimiz enerjimizi artıran insanları daha çok severiz. Kişiyi sevile bilir yapan verdiği mesajların pozitif duygular içermesidir. Kelimelerin burada etkisi çokmuş gibi görünse de takip ettiği kelimelerinizin, ses tonunuz ve beden dilinizle uyumluluğudur. Hepimiz bu üçlünün tutarlılığına bakıyoruz. Mesajlarınızda sizin değil, müşterinizin ihtiyacını karşılayacak şekilde telaffuzda bulunmalısınız. Siz kelimesi burada kilit cümleniz olsun. Çünkü beyin bencildir. Kendisiyle ilgili olmayan konu için enerji tüketmez. Bazen müşteriniz sizin güven testine de alabilir. İyi bilmeniz gereken ürününüz ile ilgili sorular sorabilir. Başarı değeri baskın olan müşteriniz işinize olan saygınızı bilginiz ile ölçmek isteyebilir. Ya da başka değerleriyle bunu yapmak isteyebilir. Bilgi eksikliği soru kalitesini düşürür. Müşteri görüşmelerinde özgüveni azaltır. Ayağınızın gitmek istemediğini müşteriniz anlar, hisseder. Dakikada beynimizden ortalama 700 düşünce geçiyor. Bunun ortalama 150-200 kelimesini sözcüklere dökmekteyiz. Geri kalan düşüncelerin ses tonu ve beden dilimiz ile karşıya yansıdığını unutmayalım. Zaman isteklilik, çaba ve sevgi enerjisi müşterinin öncelikli aradığıdır. Böyle durumlarda söz veriyorsanız tutmanız, araştırmanız ve zamanında dönmeniz güven adımlarını güçlendirir. Ortak değerlere sahip olduğunuz müşterilerle bağ kurmanız kolaydır. Zor müşteri değer ortaklığı kuramadığımı ve bu nedenle güven oluşturamadığımız müşteridir. Kendi beyninizin çalışma disiplinini öğrenmek, müşteri itirazlarının çözülmesi ve güven kapısının açılmasını sağlar.                   Müşterinizle yemek çıkmak yada ikramda bulunmak, beklenmedik küçük jest ve hediyeler almak, onu iyi hissettirecek mesajlar atmak (abartılı olmayan) oksitosin salınımını artırır. Bunlar müşterinin güvenmesi için araçken amaç benziyor olmak, sevilebir olmak, anlıyor ve benzer şeylere ilgimizin olmasını göstermek. Kendi gündemiyle benzerlik kuramadığında anlaşılmadığını düşünecek ve geriye çekilecek. Müşterinizle ortak duyguları paylaşıyor olmak, ayna nöronları harekete geçirir. Ayna nöronların ateşlenmesi amigdala da benzer duyguları yakalamanızı sağlayacaktır. Müşteri ziyaretlerinde anda olmak, çevik olmanızı sağlar. Doğru soruyu ancak anda olduğumuzda sorabiliriz. Anda olduğumuzda aktif dinleriz, itirazı duyar, anlar ve hissederiz. Müşteri bize seslenmiş ve biz duymamış, anlamamışızdır. Yapılan araştırmalar bizlere şunu öğretti. Olumsuz deneyim yaşayan müşterimizin %48’i bunu en az 10 insana anlatmaktadır. Müşterilerin %66’sı kötü hizmetten dolayı başka markayı tercih etmektedir. Bu durumların temeli güven ve bağ kurmadır.                   Geçmiş olumsuz deneyimlerinden dolayı ürünümüze olumsuz bakan müşterim, ısrarım ile davetimi kırmadı ve yemeği kabul etti. Hedefim daha önce yaratılmış olumsuz algıyı değiştirmek ve güven bağını tekrar inşa etmekti. Yemek bir araçtı ve yeni oksitosin devreleri oluşturmak adına fırsat taşıyordu. Müşterimin ilgi alanlarını kapsayan meraklı sorular sormaya başladım. Soruların açık uçlu, kısa olması oldukça önemliydi. Tamamıyla anda olmalıydım. Telefonumu sessize aldım. Ağzından dökülen kelimeler ile, ses tonu ve beden dili arasındaki uyumu yakalamaya çalışıyordum. Kelime vurguları ve tekrarlar bana değerleriyle ilgili ip uçları verecekti. Bir taraftan o konuşurken arada küçük küçük konuyu derinleştirici sorular, meraklı mırıldanmalar (hadi yaa, yapmayın, ee…,peki sonra, başka vb )yaparak, sohbeti monologdan diyaloğa taşımaktaydım. Yapmaktan keyif aldığı şeyleri anlattıkça, değer haritası görünmeye başladım. Değerleriyle ilgi sorular onu iyice coşturmuştu kadar keyifle anlatıyordu ki ayna nöronları iki taraflı devreye kattığımı hissettim. Bir saatin

Daha Fazla »

İlişkide Çatışmadan Fırsatlara

İlişkide Çatışmadan Fırsatlara “Ben içerideyim, sen dışarıda. Ben karanlıkta kalmışım, güvenli, doymuş, sıcak ama ışıksız. Sen soğuktan buz kesmişsin. Uzun bir yoldan gelmişsin, yoluna taşlar çıkmış ve acıkmışsın.  Ben dışarıda ne olduğunu bilmiyorum. Sen içeride ne ya da  kimin olduğunu. Yolculuğun sonunda bir ev görüyorsun ve bir kapı. Aslında umut bu senin için, ihtiyaçlarını karşılayacağın bir ev olabilir. Korkuyorsun. Kapının eşiğinde oturup bekliyorsun, belki biri kapıyı açar diye. Oysa içerideki kişi, kapının önündeki varlığından habersiz. Sen çalmazsan o kapı açılmayacak belki hiçbir zaman. Büyük bir cesaretle çalıyorsun kapıyı, biraz tedirgin ama umutlu. Kapının ardındaki benim, ben de dışarıdakilerden tedirginim ama belki diyorum güzel, iyi bir şeydir bu. Ürkekçe  ama cesaretle açıyorum kapıyı korkularıma rağmen. Seni görüyorum; üşüyen ellerini, yorgun gözlerini, susamış dudaklarını, tedirginliğini, kabul görmeme korkunu. Gülümsüyorum, yüzündeki sis dağılıyor. Gülümsüyorsun.. Bir adım geri çekiliyorum, başımı eğerek. Seninle birlikte karanlık odama ışık doluyordu. Ben sana temel ihtiyaçlarını sunuyordum, sen bana sevgi, arkadaşlık, aidiyet ihtiyaçlarımı. Hiç konuşmuyoruz ama ben sana aklımla soruyorum. Sen ruhunla cevaplıyorsun. Sen bana aklınla soruyorsun. Ben ruhumla cevaplıyorum. Yıllardır tanışıyor gibi anlaşıyoruz. Öyle dolu, öyle derin ve sessiz. Bir bütün kadar tamamlanmış. “İyi ki geldin” diyorum, “ evim kadar ruhum da aydınlandı, neşe  doldu, huzur buldu.” “İyi ki açtın kapıyı “ diyorsun, “Ne bedenim, ne ruhum daha fazla bu açlığa ve ayaza dayanamazdı donar ölürdü.”  Şimdi bu hikayeye şu açıdan bakmanızı rica edeceğim; Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi piramidi şu şekildedir; fizyolojik ihtiyaçlar, güvenlik ihtiyacı, sevgi/ ait olma ihtiyacı, saygı / değer görme ihtiyacı , kendini gerçekleştirme ihtiyacı. Peki ilişkideki çatışmaların sebeplerini hiç bu açıdan düşündük mü ? Mesela biz, sevdiğimiz biriyle biraz daha zaman geçirmek isterken, belki o da işten yorgun geldi ve önce temel ihtiyaçlarını gidermesi gerekiyor. Ya da bize zaman ayırmadığını düşünüp sitemler ederken, o ise önce güvenlik (iş, mülkiyet, barınma) ihtiyaçları için mecbur kalıyor ise bir şeylere?  Gerçekten bir de onun açısından bakabiliyor muyuz duruma? Yâda olayın dışına çıkıp içinde bulunduğumuz durumu objektif bir şekilde değerlendirebiliyor muyuz ? Şimdi siz değerli okuyucuya sormak istiyorum ; İlişkide bulunduğumuz insanların hangi ihtiyaçlarına cevap veriyoruz yâda veremiyoruz ? Peki onlar bizim hangi ihtiyacımıza cevap veriyor ya da veremiyor ? İlişkide bulunduğumuz kişi ve durumlar bizim hangi değerimizi besliyor ? Bizi bağlayan ortak noktalar neler ? Çatışmalarımız tam olarak nereden kaynaklanıyor ? Bunu değiştirmek için neler yapıyoruz? Pozitif dille gerçek duygularımızı, ricalarımızı ve ihtiyaçlarımızı dile getirebiliyor muyuz ? Doğru iletişim kurabiliyor muyuz ? Bu gibi sorulara cevap verebildiğimiz ve pozitif bir dille bunu karşı tarafa iletebildiğimiz takdirde inanın o ilişkiye daha farklı açıdan bakıp, çatışmaları fırsatlara dönüştürmüş olacağız. O halde doğru iletişimin gücünü keşfetmemiz dileğiyle.Sevgi ve ışıkla kalın. Güldeniz Turaç Öz Profesyonel Koç / Eğitmen31.03.2021

Daha Fazla »

Mutluluğu Dağıtmak

Size bugün bir kitaptan bahsedeceğim . Kitap Yirmi dilde beş yüz elli bin kopya olarak basıldı.  Daha bitmedi .  Yüz on ülkede ve üç yüz bin şehirde ilham kaynağı oldu . Kitap’ın ismi ” Mutluluğu dağıtmak , Karı , Tutkuyu ve Amacı Bulmaya Uzanan Bir Yolculuk . Zappos.com’un kurucusu ve Ceo ‘su Tony Hsieh’in yazdığı bu kitabı okumanızı tavsiye ederim . İşim gereği işletmelerde koçluk yapıyorum . Gerek işletme içerisinde yaşayan eğitim akademisi kuruyor gerek te üst yönetimlere niş eğitimler veriyorum . Burada en çok karşılaştığım sorunlardan birisi kurum içi kültürün oluşması ve kurum da mutlu olmayı tam olarak becerilememesi . İş te  u nedenle bu önerdiğim kitap tam da bu konuya temas etmiş . Kitap 2011 yılında New York TIMES En İyiler Listesinde 1. sırada yer almasının kanıtı da bu söylediklerim olmuş : ŞİRKET KÜLTÜRÜNE ÖNCELİKLİ OLARAK ODAKLANILMASI , EĞER İŞ TE SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR BAŞARI İSTİYORSANIZ MUTLULUK BİRİMİNE ÖNCELİK VERİLMESİ . !!! Ne kadar açık ve ne kadar net değil mi ? Peki sizin kurum kültürünüzü oluşturan temel değerleriniz neler  ? Var mı ? Bu değerleri web sitenizi yapan kişiler mi belirledi yoksa bir amaç dahilinde sizler mi hazırladınız ? Bu değeler ve kültürü siz uyguluyor ve çalışanlarınız biliyor mu ? Ben bu soruların devamını pek tabiki getirebilirim ama size açık söyleyim çok az bir grup /şirket bu sorulara evet diyor . Gelin MUTLULUĞU DAĞITMAK KİTABINA tekrar dönelim  .. Bu haraketin kendine özgü ve çarpıcı öz değerleri var .. Tutku ve anlamla yaşa ve kendine karşı dürüst ol. ( tutku ve dürüstlük değeri ). Uyum içerisinde düşün, söyle ve yap. ( takım olmak ve birliktelik değeri ) Dürüstlük ve saygı çerçevesinde iletişim kur. ( saygı ) Eğlen , iham ver , ilham al.( Eğlen ) Alçakgönüllü ve minnettar ol. Anlamlı ilişkiler inşa et. Sosyal ol  ( sosyallik ) Zihnini ve kalbini açık ve birbirine bağlı tut. Macgyver & Bruce Lee gibi ol. Az ile daha fazlasını yap, yaratıcı ve maceraperest ol, su gibi akışkan ol. ( yaratıcı ve maceraperst )ZAPPOS ‘un bu değerlerinin altında yatan önemli bir durum  var . MUTLU ÇALIŞAN = MUTLU MÜŞTERİ . Öncelikle çalışanın eğlenmesini ve kalıplarının dışına çıkması yönünde cesaretlendirme var . Pozitif bir takım ve aile olmaya özen gösteriyorlar . Açık ve dürüstlükle iletişim kuruyorlar ve bunun yanında sinizmi ortadan kaldırıyorlar .  Doğal olarak mutlu çalışan oluyor ve mutlu birliktelikler meydana geliyor .Son zamanlarda  çalıştığı şirketi beğenmeyen, sürekli olarak eleştiren, şirketinin dürüst ve adil olmadığına dair bir inanç geliştiren, duygusal olarak olumsuz tepkiler gösteren çalışanların sayısının zamanla arttığını gözlemlememiz de mümkün, arada sırada etrafınıza dikkatlice bakmanız yeterli .İşte bu nedenle kurum kültürünüzü inşa ederken değerlerinize dikkat edin . Mutluluğu birimini öncelik verin ve çalışanlarınıza ilham verin . Ben herşeyi yapıyorum demeyin .  Şirketinizin aynasına dürüstçe bakın ve değişimi hemen başlatın .

Daha Fazla »

Sende Değişmeyen Ne ?

Sanırım bir insanın hayatında ki kendisine sorulabilecek en zor sorulardan biri de bu soru : SENDE DEĞİŞMEYEN NE ? SENİN HAYATINDA NE DEĞİŞMİYOR ? İstekler değişiyor , duygular değişiyor , beklentiler değişiyor , zevkler değişiyor.  Açıkçası aşk duygularımız bile değişiyor . Bunu en iyi kendi hayatımdan anlatabilirim.  Delice tutkulu bir çocuktum ben . Bir şeye delice bağlanmaktan korkmaz bodoslama yaşardım . Yani bir söz var ya dibine kadar işte öyle.  Bu yaşantı aslında bana değişim konusunda hiç unutamadığım bir ders verdi .  Kendi başına seven , dergi kitap okuyan ve hayaller kuran bir kişi için özel bir hayat dersi.. Bir kıza aşık oldum . Zor bir ilişkiydi bizimkisi . Yani anlatması bile zor olandan . Gizlice buluşurduk her zaman . Gizlice mesajlaşır , gizlİce bakışmalar gizlice kaçamaklar … Hayatın anlamı ne deselerdi kesinlikle o derdim . Hayat benim için küçük kalmış odalarda yaşayan bir dilencinin büyük umutları gibiydi. Ayrıldık . Aradan uzun zaman geçti . Bu heyecan değişmez sanıyordum ama birden bire çok ilginç bir şey oldu . Baktım ve bir şey hissetmedim . Yine baktım yine bir şey hissetmedim . Sanki biri almış o kişi’yi kendi içimde benim bile bulamayacağım bir yerlere saklamıştı .  Saklanılan yerden çıktığında bir yabancıdan farksız olmuştu . . Ben bendim , o da o idi . Peki değişen ne idi ? Sonra bu salakça dünya da bu olaya kafa yormaya başladım . Her şey değişiyordu . Her kes değişiyordu . Bütün bu olan bitene rağmen biz yine kendimiz ile kalıyorduk . Geçenlerde uzun yıllar önce çok sevdiğim bir arkadaşım ile sohbet etme imkanı buldum . Uzun yıllar onu da değiştirmişti . İçinde ki sevgi boşluğunu başka bedenlerde başka arzular da başka ihtiraslarda arama dürtüsünü hiç bırakmamıştı . Sonunda ciddi hastalandı . Kendisinde değiştiremediği bu boşluğu doldurma yöntemiydi. Bedenini ruhu gibi yıkayamadan öleceğini düşündüm . Öyle de olacaktı . Onca yaşadıklarımıza rağmen eğer bizi biz yapan değerlerden uzaklaşıyor ve aynı çukura hep düşüyorsak ,  başka bedenler başka hayatlar bize hep daha cazip geliyor ama yine de tatmin olamıyorsak , benim hayatım senin hayatın diye bulanık zihinlerde iz bulmaya çalışıyorsak ,  aynaya hergün bakıyor ama kendimize hayatımız boyunca hiç bakamıyorsak , seni seviyorum demekten çok hoşlanıyor ama bu sözü söyleyecek kimseyi bulamıyorsak , hayat anlamını yitiriyor heyecan vermiyor bakışlar hep solgunsa , zaman hem çok akıyor hemde ders zili gibi hiç çalmayacak kadar küstahsa , o zaman kendimize bir şeyi daha güçlü sormanın zamanı geldi diye düşünüyorum . Hayatında değişmeyen şey ne ? Hayatında neleri değiştirmek istersin ?

Daha Fazla »

Tutku ve Cesaret

Tutku senin için ne ifade ediyor ? Hayatınızda tutku ile sarıldığınız neler var ? Bu bir kadın , bir erkek , bir enstrüman , bir hobi olabilir . Genellikle tutkularının peşinden kişiler her şeyi göze alacak kadar cesurdurlar .  Şuan hayatınızda tutku ile sarıldığınız şeyler hiç yok ise biraz düşünmenizde fayda var . Size tutkuları olan ama parası olmayan insanlardan söz edebilirim .Wilbur ve Orville Wright kardeşler. İlk pilotlu ve kontrollü uçuşun icadını gerçekleştirdiler .Bisikletçiydiler . Ellerinde Amerika tarafından ciddi bir para kaynağı yoktu . Defalarca denediler . Tutku ları ve inançları hayat amaçları olmuştu . İlk uçuşları 12 saniye sürdü . Sonrası malum…Tutkuları ve inançları dünyayı değiştirdi . ABD’de siyahların özgürlük mücadelesinde sembol olmuş, Martin Luther King’. “Bir hayalim var” konuşmasını 200 bin insana akın kişi dinledi . O zamanlar mail yoktu , teknoloji bu kadar iyi değildi . M.L.King’in tutkusu ve hayali aslında kendilerinin tutku ve hayali idi . Unutmayın konuşmanın adı bir planım var konuşması değildi . Bir hayalim var !!! Wright kardeşlerin bir icat ile , King’in bir ırk ile ilgili hayali vardı . Tutkular hayale , hayaller tutkuya dönüştü . Hayatlarının temel nedenini bulmuş kişilerin önünde pek az şey durabilir . Cesaret yürekten gelir de ondan . Eğer uğrunda herşeyini vereceğin bir amacın , idealin ve cesaretin yok ise tekrar düşün… Şimdi bir kalem al ve bu soruları yaz . Sonra da  sorulara cevap ver . Hadi üşenme . Değerlerim neler ? Hayatımda tutku ile sarıldığım neler var ? Hayatımda neleri değiştirmek istiyorum ? Unutma : Kendi tutku ve hayallerini yaşamak başkalarının ayak kokularını takip etmekten iyidir .

Daha Fazla »

Hep Böyle Kalma, Hep Anda Kal…

2006 yazıydı, üniversiteden yeni mezun olmuştum. Teyzem mezuniyet hediyesi olarak beni İtalya’ya davet etmişti. Bu harika bir fırsattı. Nasıl heyecanlandığımı hala hatırlıyorum. O zamanlar İtalya vizesi İzmir’den alınıyordu ve yüz yüze mülakat yapıyorlardı. Randevumu aldım, evraklarımı hazırladım ve İzmir’e doğru yola çıktım. Alacağım sadece bir aylık turist vizesiydi ve  bunun için davetiyem, evraklarım, yani gerekli her şey tamamdı. Yani ben öyle sanıyordum. İzmir’e vardığımda, çocukluk arkadaşım beni otogarda bekliyordu. Ertesi gün konsoloslukta randevum vardı ve İzmir’e ilk gelişimdi. Ama gözüm hiçbir şey görmüyordu. Aklım fikrim İtalya’daydı. Heyecandan gece boyu gözüme uyku girmemiş, sabahı zor etmiştim. Sabah olunca arkadaşımla birlikte kahvaltımızı edip konsolosluğun yolunu tuttuk. Konsolosluk kalabalıktı, sıramın gelmesini bekliyordum. Adımı söylediklerinde gidip evraklarımı teslim ettim. Biraz beklememi söylediler. Görüşme, evrakların kontrolünden sonra olacaktı. Çok geçmedi, 10 dakika sonra tekrar çağırdılar. Bugs Bunny gibi yerimden fırladım, heyecandan  yüreğim ağzımdaydı. Görevli bana pasaportumu uzattı ve;-‘Maalesef kabul edilmediniz.’ dedi.-‘Neden?’ dedim.-‘Bilmiyorum.’ dedi. O an başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü, yaşadığım hayal kırıklığını hangi kelimelerle anlatsam, bilemiyorum. Sanki ailemden biri ölmüştü, sanki dayak yemiştim. Birkaç dakika boyunca hiç hareketsiz öylece durduğumu hatırlıyorum. Öğrenciyken biriktirdiğim tüm paramı vize masrafları için harcamıştım, o parayı öğrenciyken alışveriş merkezlerinde günde 12 saat bir fiil ayakta çalışarak kazanmıştım. O zamanlar ayaklarımın ağrısından geceleri uyuyamazdım. Şimdi hem hayallerim uçmuştu hem de biriktirdiğim paralar. Yüzüm kıpkırmızı ve halsiz bir şekilde arkadaşımla birlikte konsolosluktan çıktık. Arkadaşım;-‘Gel sana bir bira ısmarlayayım.’ dedi, gittik.Dışarıda bir kafede oturduk, bir noktaya odaklandım boş boş oraya bakıyorum. Arkadaşım teselli ediyordu, duymuyordum, dokunsalar ağlayacaktım. Dünyam başıma yıkılmıştı. Bundan daha kötüsü olamazdı. Telefonum çaldı. Baktım, arayan dedemdi. Açar açmaz;-‘Dede bana vize vermediler.’ deyip, ağlamaya başladım.O an sanki 5 yaşındaydım, dedem beni kucağına alsın, sarıp sarmalasın, götürsün konsolosluğa, kızsın oradakilere, vizemi alsın istedim. Dedem ise o gür ve babacan sesiyle;– ‘Ben iflas ettim, yıllarca çalışıp biriktirdiğim param,  malım bir anda yok oldu, itibarım gitti, ağlamadım! Sen bir vize için mi ağlıyorsun? Vermezlerse vermesinler, bak ne güzel Türkiye’nin en güzel şehrindesin, gez toz İzmir’in tadını çıkar.’ dedi. O anda kendime gelmiştim, dedem doğru söylüyordu. Etrafıma şöyle bir baktım o an çok güzel bir şehirde olduğumu gördüm. Her yer cıvıl cıvıl idi. Sokaklar karşılıklı kafelerle doluydu. Kahkaha atanlar, sohbet edenler, kaldırımda gitar çalıp şarkı söyleyenler, üstelik gökyüzü masmavi ve güneşliydi, hiç fark etmemiştim. O an dedemin ne demek istediğini anladım, sildim gözyaşlarımı ve İzmir’de hayatım boyunca unutamayacağım 2 güzel gün geçirdim. Geçmişin keşkelerinden ya da geleceğin endişelerinden uzak olmak, şimdi sahip olduklarınıza; yani aldığınız nefese, çocuğunuzun size gülümsemesine, duyduğunuz kuş sesine, içtiğiniz kahvenin lezzetine şükretmektir aslında ANDA KALMAK. Geçmiş geçmiştir, gelecek ise belirsizdir. Gerçek olan şu andır. Anı yakalamak, anda kalmak hayatın bize bir lütfudur. Mutlu olmanın tek bir formülü vardır o da şu anı yaşamaktır. Her yıkandığınızda sizi temizlediği için suya teşekkür edin, tüm bu hayat koşturmasında elinizden gelen en iyi mücadeleyi verdiğiniz için kendinize teşekkür edin. Bir de size anda kalmayı kim öğretti ise eğer hala yaşıyorsa daha fazla geç kalmadan ona teşekkür edin, çünkü anda kalmak size ömür boyu rehberlik edecek en değerli hediyedir.                                                                                                                                                                                                 07.02.2021                                             Suat YAŞAR DİKKAYAProfesyonel Koç

Daha Fazla »

Duygusal Çeviklik

2 milyon insanın ölümü, 94 milyon insanın da hafif ya da ağır hastalık yaşamasına sebep olan Covid 19 salgını, kitlesel salgınlar, kaoslar ve belirsizlikler karşısındaki dayanıklılığımızı veya diğer bir deyişle çevikliğimizi sorgulamamıza sebep oldu. Çeviklik özellikle bu dönemde hayatımıza giren ve sıkça kullandığımız bir kavram. Karşımıza “rezilyans” olarak da sıkça çıktı.                 Yaşam biçimlerimizin ve günlük alışkanlıklarımızın temelden değiştiği, uzun süredir evlerde kapalı kaldığımız ve bir kısmımızın hala buna maruz kalmaya devam ettiği, birçoğumuzun işlerini küçük ekranlardan yönettiği, teknoloji ile sınav verdiğimiz ve bulaş riskine karşı paranoyakça davranışlar ve alışkanlıklar edindiğimiz bu dönem, bir virüs karşısındaki çaresizliğimizi gözler önüne serdi. Ancak bir kısmımız fiziksel ve ruhsal açıdan bu süreçten en az hasarla ya da hiç hasar almadan çıkmayı başardı. Onları güçlü kılan unsurlardan bir tanesi duygusal açıdan dayanıklı olmaları. Duygusal çevikliği daha yüksek olanlar, günlük yaşamın getirdiği streslerle daha etkin ve sakin bir şekilde başa çıkabilirler. Ve krizleri daha kolay yönetebilirler. Neyse ki duygusal dayanıklılık geliştirilebilecek özelliktir. Aslında birçok nedenden dolayı geliştirmeye değer bir özelliktir, en önemlisi yaşamımızı ve stres deneyimimizi dönüştürebilmesidir.                 Duygusal dayanıklılık, kişinin stresli durumlara veya krizlere uyum sağlama yeteneğini ifade eder. Daha dirençli insanlar, engellere ve zorluklara rağmen ilerleyebilir ve zorluklara kalıcı hale dönüşmeden uyum sağlayabilir; daha az dirençli insanlar ise hem küçük hem de büyük yaşam değişiklikleri karşısında daha zor anlar yaşarlar. Araştırmalar küçük streslerle kolayca başa çıkanların daha büyük krizleri daha kolay yönetebileceğini gösteriyor. Dolayısıyla duygusal dayanıklılığın günlük yaşamın yanı sıra nadir görülen büyük felaketler için de faydaları olduğunu söylemek doğru olacaktır. Peki duygusal dayanıklılığı neler etkiler? Duygusal ve fiziksel dayanıklılık bir dereceye kadar doğumla kazanılan bir yetenek diyebiliriz. Bazı insanlar doğaları gereği değişikliklerden ve sürprizlerden daha az rahatsız olurlar, bu bebeklik döneminde gözlenebilen ve yaşamın geri kalanda sürdürülebilen bir özelliktir. Bununla birlikte kontrolümüz altında olmayan faktörlerle de ilgilidir.  Örneğin; Yaş, maruz kalınan travmaların nitelik ve niceliği ve cinsiyet gibi… Ancak daha önce de belirttiğim gibi biraz çaba ve uygulama ile geliştirilebilir. Eğer ne yapacağımızı bilirsek, yaşamın zorluklarına karşı doğal olarak daha duyarlı olsak bile daha dirençli olmayı başarabiliriz Duygusal dayanıklılık, sahip olduğumuz veya sahip olmadığımız bir nitelik değildir; bir kişinin stresini ne kadar iyi idare edebileceğinin değişen dereceleri vardır. Yine de dayanıklı veya dirençli insanların öne çıkan ve paylaşma eğiliminde olduğu belirli özellikleri bulunmaktadır. İş te bu temel özelliklerden bazıları;                 Duygusal Farkındalık : Duygusal farkındalığa sahip insanlar ne hissettiklerini ve bunların nedenini anlarlar. Başkalarının duygularını da iyi anlarlar, çünkü kendi iç yaşamları ile yakın temasta olmakla beraber empati yanlarını geliştirmişlerdir. Bu tür bir duygusal anlayış veya bakış açısı, insanların başkalarına uygun şekilde tepki vermesine, öfke veya korku gibi duyguları daha iyi yönetmesine ve bunlarla başa çıkmasına yardımcı olur.                     Azim:  Bu özellikleri gelişmiş insanlar, ister dışa dönük hedefler için ister başa çıkılması gereken bir probleme dair stratejiler üzerinde çalışıyor olsunlar, eylem odaklıdırlar, sürece güvenirler ve pes etmezler. Duygusal açıdan dirençli insanlar bir meydan okuma ile karşı karşıya kaldıklarında kendilerini çaresiz ve umutsuz hissetmezler. Bir engelle karşılaştıklarında koydukları hedefe doğru çalışmaya devam etme olasılıkları yüksektir.                 Kendini kontrol: Kendi hayatlarının kontrolünün çevrelerinden çok kendilerinde olduğuna inanırlar. Elbette bu özellik daha stresle ilişkilidir. Kendi iç dünyalarını kontrol edebilen insanlar, gerçekçi bir bakış açısına sahip olduklarından, yaşamlarındaki sorunlara karşı daha proaktif bir eğilim gösterir, daha çözüm odaklı olurlar.                 İyimserlik: Duygusal dayanıklılığı yüksek olan insanlar genellikle olayların olumlu yanlarını görme eğilimindedir. Ve kendi güçlerine ve yeteneklerine inanırlar. Karşılaştıkları krizler veya başlarına gelen felaketlerde kurban zihniyetine bürünmeden, güçlü bir zihin yapısı ile olayları farklı açıdan değerlendirmeye başlarlar. Bu sayede farklı çözüm alternatifleri üretebilirler.                 Destek: Bu insanlar bireysel olarak güçlü bir zihin yapısına sahip ve güçlü bireyler olmanın yanı sıra sosyal desteğin de önemini bilirler. Ve bu sebepten kendilerini destekleyecek aileyle ve arkadaşlarla çevreleyebilirler.                 Mizah Anlayışı: Duygusal açıdan dayanıklı olan insanlar hayatın zorluklarına gülebilirler. Bu insanlar olayları tehdit olarak görmek yerine meydan okuma olarak algılarlar ve bunları fırsata çevirme eğilimi gösterirler. Bu da oluşacak stresi ve bedenlerinin strese nasıl yanıt vereceğini etkiler. Bu insanlar diğerlerine göre daha sık gülerler ve olaylara mizahi bir yaklaşım sergilerler. yy’ da dünya çok sayıda salgın, savaş, doğal felaket yaşadı. Bunlara ek olarak her birey, kendi yaşamı içinde kriz, felaket veya acı olarak niteleyeceği olaylar da yaşadı. Bunlar yaşam içinde olmaya devem edecek. Bizlerin bu durumda yapacağı en iyi şeylerden birisi; duygusal dayanıklılığımızı arttırmamız olacak. Diğer insanlarla bağlantıda olmalıyız, yani sosyalleşmeliyiz. İnsanı ve sevgiyi odağımıza alarak değerlerimizi gözden geçirmeliyiz. Düşüncelerimizi yönetmeliyiz, umutlu bir bakış açısına sahip olmalıyız. Değişimin ve aksaklıkların hayatımızın bir parçasını olduğunu anlamalıyız. Önemli olan, kendimize inanarak hedeflerimize emin adımlarla yürümeye devam etmeliyiz. Zihinsel, bedensel ve ruhsal sağlığımıza özen göstermeli ve güçlendirmeliyiz. Zorlukların üstesinden gelecek donanıma ve yazılıma sahip varlıklarız. Mevlana der ki, “ Zor diyorsun. Zor olacak ki imtihan  olsun”… Zaferin büyüklüğü mücadelenin zorluğu ile ölçülür… Sevgi ve saygılarımla HİLMİ ÖZDEMİRProfesyonel Koç/Eğitmen 17.01.2021

Daha Fazla »

Kendi Yolunda İlerlemek

Bu yazıyı yazarken, dışarıda yağan yağmurun, uzun süreden beri yaşamımızdaki  kirleri ve pasları alıp götürdüğünü  hissediyorum. Önümde, tomurcuklarından fışkırmış kıpkırmızı güller var. Dumanı tüten kahvenin kokusunu içime çekiyorum. Eskiden göremediğim güzellikleri , tatları ve kokuları keşfediyorum. Son zamanlarda, özellikle zorlayıcı anlarda, daha önce verdiğim tepkileri,  vermediğimde,  ‘‘Koçluktan önce nasıl biriydim?’ sorusu geliyor aklıma… Otantik benliğimden uzak olduğum zamanlar.  Çok kalabalık olmasına rağmen aidiyetten uzak, çok  hareketli bir yaşamı olan; bununla beraber içinde neşenin  pek az olduğu birisi geliyor hatırıma. Çok koşturduğumu, çalıştığımı, sürekli başarı, hedef ve ideal  peşinde koştuğumu anımsıyorum. Ancak  özünde  hiç tatmin olmayan, susuzluğu dinmeyen ve doymayan biri.  Bu yüzden genelde kendimle vakit geçirmekten çok keyif almazdım. Bana, başarılarımı ve diğerlerine göre çok daha iyi durumda olduğumu hatırlatan hep  birileri olsun isterdim. “Bir gün” diyerek cümleye başlardım. Cümlenin devamında da hep ulaşacağım hedeflerle , ideallerle  ile ilgili hırs  dolu sözler olurdu. Neyse ki otantik bir parçam, bu gördüğüm rüyaya inanmadı…  Şanslıydım. Her koçluk yoluna giren kişinin , bu yolculuğa başlarken kendine özgü bir koçluk hikayesi olur. Bu hikayelerdir aslında bizi arayışa götüren. Mevcutta bildiklerimizin, verilen tavsiyelerin veya  okuduklarımızın sorularımızı yanıtlayamadığı ve farklı bir şey yapmamızı gerektiren bir an gelir. Tıpkı benim hikayemde olduğu gibi.. Bir an gelir , biz arayıştayken , evren de bize hizmet eder ve hayat bizi değişim ve dönüşümle yani ‘Koçluk’ la tanıştırır. Bu değişim, eski ‘ben’ den yeni bir ‘ben’ e yolculuktur.   Koçluk,  kendi içsel doğamızı keşfetmemize yardım eder.  “Dharma” yı,    (Syanianskrit dilinde) ‘ hayatın amacı’ nı bulmamızı sağlar.  Yaşam amacımızı bulmak demek, herkesin biricik yeteneğini bulması ve bunu ifade etme şeklidir.  Bu yasa ile uyumlanırsak, yaşamımızda zenginlik, esneklik, farkındalık ve ışık var olmaya başlar. Bu ışığı önce kendimize ve sonra yakın çevremize yansıtmaya başlarız. Spiritüel anlamda, herkesin özünde bir ‘ışık varlık’ olduğuna ve sıradan hayatlar yaşayan enerji varlıkları olduğumuza inanılır. Zamanın nasıl geçtiğini fark etmediğimiz, yeteneğimizi ortaya koyarken bir zorlama hissetmediğimiz şey bizi Dharma yolunda tutar. Bu yolda da hizmet etmek esastır. Bir müzisyen müzik yapar, bir şarkıcı şarkı söyler, bir anne çocuğuna kendini adar, bir çöpçü en iyi şekilde elinden geleni yapar. Kendini adama enerjisi ile yapılan her şeyden bahsediyorum. Bu spontane akışta  kişiye yeni kapılar açılır, destek gelir… Benim Dharma’m  da , ışık tutacağıma inandığım alanlarda,  edindiğim bazı  bilgileri,  deneyimlerle birleştirip kişiye aktardığım , güçlü sorular sorduğum bir alan açıyorum. Kişilerin dönüşümlerine , kendi kaderlerinin iplerini ellerine almalarına,  yaşam amaçlarını bulmalarına tanık oluyorum. Ulaştığım hiçbir  hedef, bu dönüşümlere tanıklık ettiğim anlardaki kadar beni tatmin etmemiştir. Zamanla,  yolumun kesiştiği bu insanlarla çıkılan yolculukta,  önemli   farklar olduğunu keşfettim. Bunlardan biri , yaşamı kolaylaştırmak için  sadece teknik öğrenmek isteyen kişiler olduğu…  Bir tanesi de, yaşam amaçlarının iplerini karşıdakine verenler olduğudur. İşte bu yazım, yaşama amaçlarının  iplerini eline almak isteyenlere… Bu yolculukta,  kimsenin, sizin ruhunuzu sizden iyi tanıyamayacağını, size kendiniz olma iznini vermeyeceğini, öğretilmiş inanç ve davranış kalıpları ile fark yaratılamayacağını, toplum normlarının her zaman doğruları yansıtmadığını, doğruyu yanlışı ancak  kendinizin karar verebileceğini aklınızdan çıkarmamak size bir deniz feneri görevi görecektir. Doğal olarak akan, sizi gülümseten, parladığınız,  kendinizi adayabileceğiniz  yaşam , size gerçek zenginliği ve mutluluğu getirecektir. Umarım ki, siz de, yaşam amacınızı bulma ve kendi ışığınızı, bir başkasında   parıltı olarak görme şansına sahip olursunuz. Sevgilerle… Pınar EZİCİProfesyonel Koç/Eğitmen17.01.2019

Daha Fazla »

Hayatınıza Koçluk Yapın- Sorular

Hayata Koçluk Yap – Soruların Gücü ‘’ Bazıları her şeyi olduğu gibi görür, Niçin? diye sorar. Ben hiç var olmamış şeyleri düşünürüm, Neden olmasın diye sorarım. ‘’ G. Shaw Bir keresinde eskiden beraber çalıştığım birinin verdiği bir eğitimde, benim geliştirdiğim malzemeyi ve örneği kendinin olarak tanıtması ve kelime kelime aynen sunması karşısında neler hissettiğimi hiç unutmam. O an ki sinirim ve öfkemi bir düşünün. Nasıl buna cesaret eder? Bu nasıl düşüncesizce bir haraket. Bunu bana nasıl yapar? Diye sorduğumu hatırlıyorum. Benden emeğimi çalan bir kişinin bende yarattığı etkiyi belki kendi hayatınızda da yaşamış olabilirsiniz. O anki duygu durumumu tetikleyecek negatif soru bombardımanı doğal olarak negatif bir cevaplar silsilesini beraberinde getiriyordu. Bu bir süre devam etti. Daha sonra  anladım ki bu tür sorular beni sinirlendirmekten ve üzmekten öteye gitmeyecek. Duygumu değiştirecek en doğru şey kendime yeni soru sormam olacaktı. Bu kişinin neyine saygı duyuyorum? diye soru sordum. Bunu yaparken değer yapısı nedir diye de sordum. Farkındamıydı? Neyi gerçekleştirmek istiyordu? Vs vs . Daha sonra ‘’Ne güzel ya yan gelip oturmuyor çalışıyor’’ dedim ve gülümsedim. Sorular cevapları yerine getirdi.  Sorular bir çok alanda farkındalık sağlayabilir. Ben özellikle üç alanı size anlatmak istiyorum. Daha sonra bu durum ile ilgili bir çalışma projesi sunacağım.  Sorular odağınızın nerede olduğunu gösterir.  Hayat cevaplarda değil sorularda saklıdır diye duyduğun oldu mu bilmiyorum. Fakat bu cümlenin doğruluk payı var. Kişinin sorduğu ne ise odağı da oradadır. Yani neden benim canım çok sıkkın? Ya da Neden beni kimse sevmiyor? Diye sorarsanız doğal olarak canınız sıkkındır ve kimse sizi sevmez.  Bazı insanlar bir türlü bir ilişkiye bağlanamazlar. Ya da evliliklerinde rahat duramazlar. Ya daha iyi biri varsa? Ya bunu seçer de bir şeyler kaçırırsam? Veya Bir defa aldatmaktan bir şey olur mu yahu? Vs vs diyerek  birçok soru seçerler… Sonuçta da cevaplarını yaşarlar.  Değişim cesaretini gösteren kişilerin karakterini gösterir.  Mesela Lech Walesa. Milyonlarca insan Kominizmin baskısı altında yaşıyordu. Hayat standartlarının bu kadar adaletsiz olduğu bir dönemde şu soruyu sorabilme cesaretini göstermiştir.  ‘’ Tüm çalışan kadın ve erkekler için hayat standartını nasıl yükseltebilirim? Diye sordu. İster bir durum ile karşı karşıya kalalım ister bir şeye başlarken ya da bir müzakerede… sorularınızın gücü her zaman sizi farklı bakış açılarını yaşamanıza neden olur.  Benim anlatmak istediğim, insanlar arasındaki farkın sürekli sordukları sorular arasındaki farktan ibaret olduğudur.  Başarılı insanların çalışma şeklindeki farkını gösterir.  Walt Disney. Başarılı bir adam. Peki onu bu duruma getiren şey nedir? Disney ile ilgili küçük bir hikaye. Disney çalıştığı yıllar içerisinde bir çok kişi ile beraber çalışmıştır. Bunlardan birisi Hanna-Barbara. Beraber Ayi Yorgi ve Huckleberry gibi inanılmaz şeyler başarmışlar. Beraber ne zaman yeni bir proje ve senaryo için çalışmaya başlasalar, Disney kendine has bir çalışma tarzı ile odaya girermiş ve bazı isteklerde bulunurmuş. Bir duvarın tümünü o projeye ayırır ve proje ile ilgili tüm soruları o duvara yazarmış. Bu soruları sadece kendi cevap vermez tüm çalışan arkadaşlarını da bu sorular üzerine düşünmeye teşvik edermiş. Verilen cevapları okur ve üzerinde çalışırmış. Bu şekilde şirketinde ki tüm insan kaynağını ve zekasını kullanırmış. Sorular size farkındalık yaşatır. Başarılı kılar ve hayatınızı kolaylaştırır.  Profesyonel Koçluk eğitimi aldığım ilk zamanlarda beni en çok etkileyen konu güçlü soru sorma modülü idi. Koçluk derine inmek ve güçlü farkındalık sanatıdır. İleride bu konu ile ilgili daha çok yazı yazacağım.  Peki hayatınızda kendinizde sormanız gereken ne gibi sorular var.  Şimdi isterseniz bir çalışma yapalım.  Koçluk yaptığım kişilerden en çok duyduğum şey hayatındaki problemler. Seninde bir çok problemin var. Bunlar : Ekonomik, zaman yönetimi, yalnızlık, sağlık, aldatılma, iletişim kuramama, cesaret, hayır diyemem, planlama gibi bir çok problem olabilir.  Bazı sorunların işin içinden çıkamayacağımız kadar büyük görünür.  Bazıları ise gözümüzde büyütürüz.  Bazı sorunları ise tamamen biz yaratırız.  Bir probleme farklı bir bak açısı kazandırmak için o problemi güçlü sorular ile ele almak gerekmektedir.  Bazı sorular… . Problemin Problem olmadan önce ki hali neydi? . Seni bu duruma getiren şey ne?  . Bu problem hangi değerini öksüz bıraktı? . Senin kim olman bu problemi çözülür hale getirir? . Bu problemin harika yanı nedir? . Neler henüz mükemmel değil? Olması gerekiyor mu? . Hangi sen problemi çözmeye yetmez?  . Bu durumu istediğim hale getirmek için neler yapmaya istekliyim ? . Bu durumu istediğim hale getirmek için neler yapmamaya istekliyim? Bu sorulara hayatınızda sizi en çok yoran bir ya da iki sorunu düşünüp cevap verin. Bu cevapları yazmanızı ve üzerinde düşünmenizi rica edeceğim. Derine inin ve farkındalık yaşayın iyi gelecektir.  Şimdide sabah soruları adını verdiğim bir çalışmayı göstereceğim. Bazı danışanlarım bu soruları buzdolaplarına astılar. Bazıları ailece bu sorular üzerinde düşündüler ve müzakere ettiler. Umarım bu sizin için verimli olacaktır. Sabah Soruları: Hayat tecrübemiz neye odaklandığımıza bağlıdır. Aşağıda ki sorular  sizin daha çok mutluluk, heyecan, gurur, minnet, neşe, adanmışlık yaşamınız  ve hayatınızın her gününü sevmeniz için tasarlanmıştır. Unutmayın, kaliteli sorular, kaliteli bir hayat yaratır. Bu sorulanın her birine iki üç cevap bulun ve kendinizi dünyanın içinde hissedin. Eğer cevap bulmakta zorluk çekerseniz, ‘olabilirim” kelimesini koyun yeterli olur. Örnek: “Şu anda hayatımın neresinden en mutluyum yerine, Şu an da hayatımın nesinden en mutlu olabilirim? 1.Şu anda hayatımın nesinden en mutluyum?   Bunun nesi beni mutlu ediyor? Bana nasıl bir duygu veriyor? 2.Şu anda hayatımın nesi bana heyecan veriyor? Bunun nesi beni heyecanlandırıyor? Bu bana nasıl bir duygu veriyor? 3. Su anda hayatımın nesinden gurur duyuyorum? Bunun nesi bana gurur veriyor? Bu bana nasıl bir duygu veriyor? 4. Şu anda hayatımda neye minnet duyuyorum? Bunun nesi minnet gerektiriyor? Bu bana nasıl bir duygu veriyor? 5. Şu anda hayatımda en çok neyden zevk alıyorum? Onun nesinden zevk alıyorum? Bu bana nasıl bir duygu veriyor? 6. Şu anda hayatımda neye adanmış durumdayım? Bunu nesi var da adanıyorum? Bu bana nasıl bir duygu veriyor?  7. Kimi seviyorum? Beni kim seviyor? Onun içimde sevgi doğuran şeyi nedir? Bu bana nasıl bir duygu veriyor? Bu sorulara vereceğiniz cevaplar sizde başka farkındalıklar yaratacak. Belki bu soruları hiç sormadınız belki de düşünmediniz. Unutmayın hayat sorduğunuz sorulara verdiğiniz cevaplarda gizli.  Yine unutmayın, kaliteli sorular kaliteli hayat yaratır. 

Daha Fazla »

Kış Dönemi Profesyonel Koçluk Eğitimini Tamamladık

Adana kış dönemi profesyonel koçluk eğitimini büyük bir heyecan ile tamamladık. Farkındalık yaşadık, eğlendik, geleceğimizi yeniden tasarladık, an de kaldık, kendimizi sorguladık ve çantamızda kocaman bilgilerle doldurduk. Sadece Koçluk Eğitimi olmadı tabiki deneyimlerimiz. Birlikteliğimizin tadına da vardık. Eğitimi Gelişim Üniversitesi Sertifika ile de taçlandırdık. Daha yapacak çok güzel şeyler var…

Daha Fazla »