Voxwell Design

Mutluluğu Dağıtmak

Size bugün bir kitaptan bahsedeceğim . Kitap Yirmi dilde beş yüz elli bin kopya olarak basıldı.  Daha bitmedi .  Yüz on ülkede ve üç yüz bin şehirde ilham kaynağı oldu . Kitap’ın ismi ” Mutluluğu dağıtmak , Karı , Tutkuyu ve Amacı Bulmaya Uzanan Bir Yolculuk . Zappos.com’un kurucusu ve Ceo ‘su Tony Hsieh’in yazdığı bu kitabı okumanızı tavsiye ederim . İşim gereği işletmelerde koçluk yapıyorum . Gerek işletme içerisinde yaşayan eğitim akademisi kuruyor gerek te üst yönetimlere niş eğitimler veriyorum . Burada en çok karşılaştığım sorunlardan birisi kurum içi kültürün oluşması ve kurum da mutlu olmayı tam olarak becerilememesi . İş te  u nedenle bu önerdiğim kitap tam da bu konuya temas etmiş . Kitap 2011 yılında New York TIMES En İyiler Listesinde 1. sırada yer almasının kanıtı da bu söylediklerim olmuş : ŞİRKET KÜLTÜRÜNE ÖNCELİKLİ OLARAK ODAKLANILMASI , EĞER İŞ TE SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR BAŞARI İSTİYORSANIZ MUTLULUK BİRİMİNE ÖNCELİK VERİLMESİ . !!! Ne kadar açık ve ne kadar net değil mi ? Peki sizin kurum kültürünüzü oluşturan temel değerleriniz neler  ? Var mı ? Bu değerleri web sitenizi yapan kişiler mi belirledi yoksa bir amaç dahilinde sizler mi hazırladınız ? Bu değeler ve kültürü siz uyguluyor ve çalışanlarınız biliyor mu ? Ben bu soruların devamını pek tabiki getirebilirim ama size açık söyleyim çok az bir grup /şirket bu sorulara evet diyor . Gelin MUTLULUĞU DAĞITMAK KİTABINA tekrar dönelim  .. Bu haraketin kendine özgü ve çarpıcı öz değerleri var .. Tutku ve anlamla yaşa ve kendine karşı dürüst ol. ( tutku ve dürüstlük değeri ). Uyum içerisinde düşün, söyle ve yap. ( takım olmak ve birliktelik değeri ) Dürüstlük ve saygı çerçevesinde iletişim kur. ( saygı ) Eğlen , iham ver , ilham al.( Eğlen ) Alçakgönüllü ve minnettar ol. Anlamlı ilişkiler inşa et. Sosyal ol  ( sosyallik ) Zihnini ve kalbini açık ve birbirine bağlı tut. Macgyver & Bruce Lee gibi ol. Az ile daha fazlasını yap, yaratıcı ve maceraperest ol, su gibi akışkan ol. ( yaratıcı ve maceraperst )ZAPPOS ‘un bu değerlerinin altında yatan önemli bir durum  var . MUTLU ÇALIŞAN = MUTLU MÜŞTERİ . Öncelikle çalışanın eğlenmesini ve kalıplarının dışına çıkması yönünde cesaretlendirme var . Pozitif bir takım ve aile olmaya özen gösteriyorlar . Açık ve dürüstlükle iletişim kuruyorlar ve bunun yanında sinizmi ortadan kaldırıyorlar .  Doğal olarak mutlu çalışan oluyor ve mutlu birliktelikler meydana geliyor .Son zamanlarda  çalıştığı şirketi beğenmeyen, sürekli olarak eleştiren, şirketinin dürüst ve adil olmadığına dair bir inanç geliştiren, duygusal olarak olumsuz tepkiler gösteren çalışanların sayısının zamanla arttığını gözlemlememiz de mümkün, arada sırada etrafınıza dikkatlice bakmanız yeterli .İşte bu nedenle kurum kültürünüzü inşa ederken değerlerinize dikkat edin . Mutluluğu birimini öncelik verin ve çalışanlarınıza ilham verin . Ben herşeyi yapıyorum demeyin .  Şirketinizin aynasına dürüstçe bakın ve değişimi hemen başlatın .

Daha Fazla »

Sende Değişmeyen Ne ?

Sanırım bir insanın hayatında ki kendisine sorulabilecek en zor sorulardan biri de bu soru : SENDE DEĞİŞMEYEN NE ? SENİN HAYATINDA NE DEĞİŞMİYOR ? İstekler değişiyor , duygular değişiyor , beklentiler değişiyor , zevkler değişiyor.  Açıkçası aşk duygularımız bile değişiyor . Bunu en iyi kendi hayatımdan anlatabilirim.  Delice tutkulu bir çocuktum ben . Bir şeye delice bağlanmaktan korkmaz bodoslama yaşardım . Yani bir söz var ya dibine kadar işte öyle.  Bu yaşantı aslında bana değişim konusunda hiç unutamadığım bir ders verdi .  Kendi başına seven , dergi kitap okuyan ve hayaller kuran bir kişi için özel bir hayat dersi.. Bir kıza aşık oldum . Zor bir ilişkiydi bizimkisi . Yani anlatması bile zor olandan . Gizlice buluşurduk her zaman . Gizlice mesajlaşır , gizlİce bakışmalar gizlice kaçamaklar … Hayatın anlamı ne deselerdi kesinlikle o derdim . Hayat benim için küçük kalmış odalarda yaşayan bir dilencinin büyük umutları gibiydi. Ayrıldık . Aradan uzun zaman geçti . Bu heyecan değişmez sanıyordum ama birden bire çok ilginç bir şey oldu . Baktım ve bir şey hissetmedim . Yine baktım yine bir şey hissetmedim . Sanki biri almış o kişi’yi kendi içimde benim bile bulamayacağım bir yerlere saklamıştı .  Saklanılan yerden çıktığında bir yabancıdan farksız olmuştu . . Ben bendim , o da o idi . Peki değişen ne idi ? Sonra bu salakça dünya da bu olaya kafa yormaya başladım . Her şey değişiyordu . Her kes değişiyordu . Bütün bu olan bitene rağmen biz yine kendimiz ile kalıyorduk . Geçenlerde uzun yıllar önce çok sevdiğim bir arkadaşım ile sohbet etme imkanı buldum . Uzun yıllar onu da değiştirmişti . İçinde ki sevgi boşluğunu başka bedenlerde başka arzular da başka ihtiraslarda arama dürtüsünü hiç bırakmamıştı . Sonunda ciddi hastalandı . Kendisinde değiştiremediği bu boşluğu doldurma yöntemiydi. Bedenini ruhu gibi yıkayamadan öleceğini düşündüm . Öyle de olacaktı . Onca yaşadıklarımıza rağmen eğer bizi biz yapan değerlerden uzaklaşıyor ve aynı çukura hep düşüyorsak ,  başka bedenler başka hayatlar bize hep daha cazip geliyor ama yine de tatmin olamıyorsak , benim hayatım senin hayatın diye bulanık zihinlerde iz bulmaya çalışıyorsak ,  aynaya hergün bakıyor ama kendimize hayatımız boyunca hiç bakamıyorsak , seni seviyorum demekten çok hoşlanıyor ama bu sözü söyleyecek kimseyi bulamıyorsak , hayat anlamını yitiriyor heyecan vermiyor bakışlar hep solgunsa , zaman hem çok akıyor hemde ders zili gibi hiç çalmayacak kadar küstahsa , o zaman kendimize bir şeyi daha güçlü sormanın zamanı geldi diye düşünüyorum . Hayatında değişmeyen şey ne ? Hayatında neleri değiştirmek istersin ?

Daha Fazla »

Tutku ve Cesaret

Tutku senin için ne ifade ediyor ? Hayatınızda tutku ile sarıldığınız neler var ? Bu bir kadın , bir erkek , bir enstrüman , bir hobi olabilir . Genellikle tutkularının peşinden kişiler her şeyi göze alacak kadar cesurdurlar .  Şuan hayatınızda tutku ile sarıldığınız şeyler hiç yok ise biraz düşünmenizde fayda var . Size tutkuları olan ama parası olmayan insanlardan söz edebilirim .Wilbur ve Orville Wright kardeşler. İlk pilotlu ve kontrollü uçuşun icadını gerçekleştirdiler .Bisikletçiydiler . Ellerinde Amerika tarafından ciddi bir para kaynağı yoktu . Defalarca denediler . Tutku ları ve inançları hayat amaçları olmuştu . İlk uçuşları 12 saniye sürdü . Sonrası malum…Tutkuları ve inançları dünyayı değiştirdi . ABD’de siyahların özgürlük mücadelesinde sembol olmuş, Martin Luther King’. “Bir hayalim var” konuşmasını 200 bin insana akın kişi dinledi . O zamanlar mail yoktu , teknoloji bu kadar iyi değildi . M.L.King’in tutkusu ve hayali aslında kendilerinin tutku ve hayali idi . Unutmayın konuşmanın adı bir planım var konuşması değildi . Bir hayalim var !!! Wright kardeşlerin bir icat ile , King’in bir ırk ile ilgili hayali vardı . Tutkular hayale , hayaller tutkuya dönüştü . Hayatlarının temel nedenini bulmuş kişilerin önünde pek az şey durabilir . Cesaret yürekten gelir de ondan . Eğer uğrunda herşeyini vereceğin bir amacın , idealin ve cesaretin yok ise tekrar düşün… Şimdi bir kalem al ve bu soruları yaz . Sonra da  sorulara cevap ver . Hadi üşenme . Değerlerim neler ? Hayatımda tutku ile sarıldığım neler var ? Hayatımda neleri değiştirmek istiyorum ? Unutma : Kendi tutku ve hayallerini yaşamak başkalarının ayak kokularını takip etmekten iyidir .

Daha Fazla »

Hep Böyle Kalma, Hep Anda Kal…

2006 yazıydı, üniversiteden yeni mezun olmuştum. Teyzem mezuniyet hediyesi olarak beni İtalya’ya davet etmişti. Bu harika bir fırsattı. Nasıl heyecanlandığımı hala hatırlıyorum. O zamanlar İtalya vizesi İzmir’den alınıyordu ve yüz yüze mülakat yapıyorlardı. Randevumu aldım, evraklarımı hazırladım ve İzmir’e doğru yola çıktım. Alacağım sadece bir aylık turist vizesiydi ve  bunun için davetiyem, evraklarım, yani gerekli her şey tamamdı. Yani ben öyle sanıyordum. İzmir’e vardığımda, çocukluk arkadaşım beni otogarda bekliyordu. Ertesi gün konsoloslukta randevum vardı ve İzmir’e ilk gelişimdi. Ama gözüm hiçbir şey görmüyordu. Aklım fikrim İtalya’daydı. Heyecandan gece boyu gözüme uyku girmemiş, sabahı zor etmiştim. Sabah olunca arkadaşımla birlikte kahvaltımızı edip konsolosluğun yolunu tuttuk. Konsolosluk kalabalıktı, sıramın gelmesini bekliyordum. Adımı söylediklerinde gidip evraklarımı teslim ettim. Biraz beklememi söylediler. Görüşme, evrakların kontrolünden sonra olacaktı. Çok geçmedi, 10 dakika sonra tekrar çağırdılar. Bugs Bunny gibi yerimden fırladım, heyecandan  yüreğim ağzımdaydı. Görevli bana pasaportumu uzattı ve;-‘Maalesef kabul edilmediniz.’ dedi.-‘Neden?’ dedim.-‘Bilmiyorum.’ dedi. O an başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü, yaşadığım hayal kırıklığını hangi kelimelerle anlatsam, bilemiyorum. Sanki ailemden biri ölmüştü, sanki dayak yemiştim. Birkaç dakika boyunca hiç hareketsiz öylece durduğumu hatırlıyorum. Öğrenciyken biriktirdiğim tüm paramı vize masrafları için harcamıştım, o parayı öğrenciyken alışveriş merkezlerinde günde 12 saat bir fiil ayakta çalışarak kazanmıştım. O zamanlar ayaklarımın ağrısından geceleri uyuyamazdım. Şimdi hem hayallerim uçmuştu hem de biriktirdiğim paralar. Yüzüm kıpkırmızı ve halsiz bir şekilde arkadaşımla birlikte konsolosluktan çıktık. Arkadaşım;-‘Gel sana bir bira ısmarlayayım.’ dedi, gittik.Dışarıda bir kafede oturduk, bir noktaya odaklandım boş boş oraya bakıyorum. Arkadaşım teselli ediyordu, duymuyordum, dokunsalar ağlayacaktım. Dünyam başıma yıkılmıştı. Bundan daha kötüsü olamazdı. Telefonum çaldı. Baktım, arayan dedemdi. Açar açmaz;-‘Dede bana vize vermediler.’ deyip, ağlamaya başladım.O an sanki 5 yaşındaydım, dedem beni kucağına alsın, sarıp sarmalasın, götürsün konsolosluğa, kızsın oradakilere, vizemi alsın istedim. Dedem ise o gür ve babacan sesiyle;– ‘Ben iflas ettim, yıllarca çalışıp biriktirdiğim param,  malım bir anda yok oldu, itibarım gitti, ağlamadım! Sen bir vize için mi ağlıyorsun? Vermezlerse vermesinler, bak ne güzel Türkiye’nin en güzel şehrindesin, gez toz İzmir’in tadını çıkar.’ dedi. O anda kendime gelmiştim, dedem doğru söylüyordu. Etrafıma şöyle bir baktım o an çok güzel bir şehirde olduğumu gördüm. Her yer cıvıl cıvıl idi. Sokaklar karşılıklı kafelerle doluydu. Kahkaha atanlar, sohbet edenler, kaldırımda gitar çalıp şarkı söyleyenler, üstelik gökyüzü masmavi ve güneşliydi, hiç fark etmemiştim. O an dedemin ne demek istediğini anladım, sildim gözyaşlarımı ve İzmir’de hayatım boyunca unutamayacağım 2 güzel gün geçirdim. Geçmişin keşkelerinden ya da geleceğin endişelerinden uzak olmak, şimdi sahip olduklarınıza; yani aldığınız nefese, çocuğunuzun size gülümsemesine, duyduğunuz kuş sesine, içtiğiniz kahvenin lezzetine şükretmektir aslında ANDA KALMAK. Geçmiş geçmiştir, gelecek ise belirsizdir. Gerçek olan şu andır. Anı yakalamak, anda kalmak hayatın bize bir lütfudur. Mutlu olmanın tek bir formülü vardır o da şu anı yaşamaktır. Her yıkandığınızda sizi temizlediği için suya teşekkür edin, tüm bu hayat koşturmasında elinizden gelen en iyi mücadeleyi verdiğiniz için kendinize teşekkür edin. Bir de size anda kalmayı kim öğretti ise eğer hala yaşıyorsa daha fazla geç kalmadan ona teşekkür edin, çünkü anda kalmak size ömür boyu rehberlik edecek en değerli hediyedir.                                                                                                                                                                                                 07.02.2021                                             Suat YAŞAR DİKKAYAProfesyonel Koç

Daha Fazla »

Duygusal Çeviklik

2 milyon insanın ölümü, 94 milyon insanın da hafif ya da ağır hastalık yaşamasına sebep olan Covid 19 salgını, kitlesel salgınlar, kaoslar ve belirsizlikler karşısındaki dayanıklılığımızı veya diğer bir deyişle çevikliğimizi sorgulamamıza sebep oldu. Çeviklik özellikle bu dönemde hayatımıza giren ve sıkça kullandığımız bir kavram. Karşımıza “rezilyans” olarak da sıkça çıktı.                 Yaşam biçimlerimizin ve günlük alışkanlıklarımızın temelden değiştiği, uzun süredir evlerde kapalı kaldığımız ve bir kısmımızın hala buna maruz kalmaya devam ettiği, birçoğumuzun işlerini küçük ekranlardan yönettiği, teknoloji ile sınav verdiğimiz ve bulaş riskine karşı paranoyakça davranışlar ve alışkanlıklar edindiğimiz bu dönem, bir virüs karşısındaki çaresizliğimizi gözler önüne serdi. Ancak bir kısmımız fiziksel ve ruhsal açıdan bu süreçten en az hasarla ya da hiç hasar almadan çıkmayı başardı. Onları güçlü kılan unsurlardan bir tanesi duygusal açıdan dayanıklı olmaları. Duygusal çevikliği daha yüksek olanlar, günlük yaşamın getirdiği streslerle daha etkin ve sakin bir şekilde başa çıkabilirler. Ve krizleri daha kolay yönetebilirler. Neyse ki duygusal dayanıklılık geliştirilebilecek özelliktir. Aslında birçok nedenden dolayı geliştirmeye değer bir özelliktir, en önemlisi yaşamımızı ve stres deneyimimizi dönüştürebilmesidir.                 Duygusal dayanıklılık, kişinin stresli durumlara veya krizlere uyum sağlama yeteneğini ifade eder. Daha dirençli insanlar, engellere ve zorluklara rağmen ilerleyebilir ve zorluklara kalıcı hale dönüşmeden uyum sağlayabilir; daha az dirençli insanlar ise hem küçük hem de büyük yaşam değişiklikleri karşısında daha zor anlar yaşarlar. Araştırmalar küçük streslerle kolayca başa çıkanların daha büyük krizleri daha kolay yönetebileceğini gösteriyor. Dolayısıyla duygusal dayanıklılığın günlük yaşamın yanı sıra nadir görülen büyük felaketler için de faydaları olduğunu söylemek doğru olacaktır. Peki duygusal dayanıklılığı neler etkiler? Duygusal ve fiziksel dayanıklılık bir dereceye kadar doğumla kazanılan bir yetenek diyebiliriz. Bazı insanlar doğaları gereği değişikliklerden ve sürprizlerden daha az rahatsız olurlar, bu bebeklik döneminde gözlenebilen ve yaşamın geri kalanda sürdürülebilen bir özelliktir. Bununla birlikte kontrolümüz altında olmayan faktörlerle de ilgilidir.  Örneğin; Yaş, maruz kalınan travmaların nitelik ve niceliği ve cinsiyet gibi… Ancak daha önce de belirttiğim gibi biraz çaba ve uygulama ile geliştirilebilir. Eğer ne yapacağımızı bilirsek, yaşamın zorluklarına karşı doğal olarak daha duyarlı olsak bile daha dirençli olmayı başarabiliriz Duygusal dayanıklılık, sahip olduğumuz veya sahip olmadığımız bir nitelik değildir; bir kişinin stresini ne kadar iyi idare edebileceğinin değişen dereceleri vardır. Yine de dayanıklı veya dirençli insanların öne çıkan ve paylaşma eğiliminde olduğu belirli özellikleri bulunmaktadır. İş te bu temel özelliklerden bazıları;                 Duygusal Farkındalık : Duygusal farkındalığa sahip insanlar ne hissettiklerini ve bunların nedenini anlarlar. Başkalarının duygularını da iyi anlarlar, çünkü kendi iç yaşamları ile yakın temasta olmakla beraber empati yanlarını geliştirmişlerdir. Bu tür bir duygusal anlayış veya bakış açısı, insanların başkalarına uygun şekilde tepki vermesine, öfke veya korku gibi duyguları daha iyi yönetmesine ve bunlarla başa çıkmasına yardımcı olur.                     Azim:  Bu özellikleri gelişmiş insanlar, ister dışa dönük hedefler için ister başa çıkılması gereken bir probleme dair stratejiler üzerinde çalışıyor olsunlar, eylem odaklıdırlar, sürece güvenirler ve pes etmezler. Duygusal açıdan dirençli insanlar bir meydan okuma ile karşı karşıya kaldıklarında kendilerini çaresiz ve umutsuz hissetmezler. Bir engelle karşılaştıklarında koydukları hedefe doğru çalışmaya devam etme olasılıkları yüksektir.                 Kendini kontrol: Kendi hayatlarının kontrolünün çevrelerinden çok kendilerinde olduğuna inanırlar. Elbette bu özellik daha stresle ilişkilidir. Kendi iç dünyalarını kontrol edebilen insanlar, gerçekçi bir bakış açısına sahip olduklarından, yaşamlarındaki sorunlara karşı daha proaktif bir eğilim gösterir, daha çözüm odaklı olurlar.                 İyimserlik: Duygusal dayanıklılığı yüksek olan insanlar genellikle olayların olumlu yanlarını görme eğilimindedir. Ve kendi güçlerine ve yeteneklerine inanırlar. Karşılaştıkları krizler veya başlarına gelen felaketlerde kurban zihniyetine bürünmeden, güçlü bir zihin yapısı ile olayları farklı açıdan değerlendirmeye başlarlar. Bu sayede farklı çözüm alternatifleri üretebilirler.                 Destek: Bu insanlar bireysel olarak güçlü bir zihin yapısına sahip ve güçlü bireyler olmanın yanı sıra sosyal desteğin de önemini bilirler. Ve bu sebepten kendilerini destekleyecek aileyle ve arkadaşlarla çevreleyebilirler.                 Mizah Anlayışı: Duygusal açıdan dayanıklı olan insanlar hayatın zorluklarına gülebilirler. Bu insanlar olayları tehdit olarak görmek yerine meydan okuma olarak algılarlar ve bunları fırsata çevirme eğilimi gösterirler. Bu da oluşacak stresi ve bedenlerinin strese nasıl yanıt vereceğini etkiler. Bu insanlar diğerlerine göre daha sık gülerler ve olaylara mizahi bir yaklaşım sergilerler. yy’ da dünya çok sayıda salgın, savaş, doğal felaket yaşadı. Bunlara ek olarak her birey, kendi yaşamı içinde kriz, felaket veya acı olarak niteleyeceği olaylar da yaşadı. Bunlar yaşam içinde olmaya devem edecek. Bizlerin bu durumda yapacağı en iyi şeylerden birisi; duygusal dayanıklılığımızı arttırmamız olacak. Diğer insanlarla bağlantıda olmalıyız, yani sosyalleşmeliyiz. İnsanı ve sevgiyi odağımıza alarak değerlerimizi gözden geçirmeliyiz. Düşüncelerimizi yönetmeliyiz, umutlu bir bakış açısına sahip olmalıyız. Değişimin ve aksaklıkların hayatımızın bir parçasını olduğunu anlamalıyız. Önemli olan, kendimize inanarak hedeflerimize emin adımlarla yürümeye devam etmeliyiz. Zihinsel, bedensel ve ruhsal sağlığımıza özen göstermeli ve güçlendirmeliyiz. Zorlukların üstesinden gelecek donanıma ve yazılıma sahip varlıklarız. Mevlana der ki, “ Zor diyorsun. Zor olacak ki imtihan  olsun”… Zaferin büyüklüğü mücadelenin zorluğu ile ölçülür… Sevgi ve saygılarımla HİLMİ ÖZDEMİRProfesyonel Koç/Eğitmen 17.01.2021

Daha Fazla »

Kendi Yolunda İlerlemek

Bu yazıyı yazarken, dışarıda yağan yağmurun, uzun süreden beri yaşamımızdaki  kirleri ve pasları alıp götürdüğünü  hissediyorum. Önümde, tomurcuklarından fışkırmış kıpkırmızı güller var. Dumanı tüten kahvenin kokusunu içime çekiyorum. Eskiden göremediğim güzellikleri , tatları ve kokuları keşfediyorum. Son zamanlarda, özellikle zorlayıcı anlarda, daha önce verdiğim tepkileri,  vermediğimde,  ‘‘Koçluktan önce nasıl biriydim?’ sorusu geliyor aklıma… Otantik benliğimden uzak olduğum zamanlar.  Çok kalabalık olmasına rağmen aidiyetten uzak, çok  hareketli bir yaşamı olan; bununla beraber içinde neşenin  pek az olduğu birisi geliyor hatırıma. Çok koşturduğumu, çalıştığımı, sürekli başarı, hedef ve ideal  peşinde koştuğumu anımsıyorum. Ancak  özünde  hiç tatmin olmayan, susuzluğu dinmeyen ve doymayan biri.  Bu yüzden genelde kendimle vakit geçirmekten çok keyif almazdım. Bana, başarılarımı ve diğerlerine göre çok daha iyi durumda olduğumu hatırlatan hep  birileri olsun isterdim. “Bir gün” diyerek cümleye başlardım. Cümlenin devamında da hep ulaşacağım hedeflerle , ideallerle  ile ilgili hırs  dolu sözler olurdu. Neyse ki otantik bir parçam, bu gördüğüm rüyaya inanmadı…  Şanslıydım. Her koçluk yoluna giren kişinin , bu yolculuğa başlarken kendine özgü bir koçluk hikayesi olur. Bu hikayelerdir aslında bizi arayışa götüren. Mevcutta bildiklerimizin, verilen tavsiyelerin veya  okuduklarımızın sorularımızı yanıtlayamadığı ve farklı bir şey yapmamızı gerektiren bir an gelir. Tıpkı benim hikayemde olduğu gibi.. Bir an gelir , biz arayıştayken , evren de bize hizmet eder ve hayat bizi değişim ve dönüşümle yani ‘Koçluk’ la tanıştırır. Bu değişim, eski ‘ben’ den yeni bir ‘ben’ e yolculuktur.   Koçluk,  kendi içsel doğamızı keşfetmemize yardım eder.  “Dharma” yı,    (Syanianskrit dilinde) ‘ hayatın amacı’ nı bulmamızı sağlar.  Yaşam amacımızı bulmak demek, herkesin biricik yeteneğini bulması ve bunu ifade etme şeklidir.  Bu yasa ile uyumlanırsak, yaşamımızda zenginlik, esneklik, farkındalık ve ışık var olmaya başlar. Bu ışığı önce kendimize ve sonra yakın çevremize yansıtmaya başlarız. Spiritüel anlamda, herkesin özünde bir ‘ışık varlık’ olduğuna ve sıradan hayatlar yaşayan enerji varlıkları olduğumuza inanılır. Zamanın nasıl geçtiğini fark etmediğimiz, yeteneğimizi ortaya koyarken bir zorlama hissetmediğimiz şey bizi Dharma yolunda tutar. Bu yolda da hizmet etmek esastır. Bir müzisyen müzik yapar, bir şarkıcı şarkı söyler, bir anne çocuğuna kendini adar, bir çöpçü en iyi şekilde elinden geleni yapar. Kendini adama enerjisi ile yapılan her şeyden bahsediyorum. Bu spontane akışta  kişiye yeni kapılar açılır, destek gelir… Benim Dharma’m  da , ışık tutacağıma inandığım alanlarda,  edindiğim bazı  bilgileri,  deneyimlerle birleştirip kişiye aktardığım , güçlü sorular sorduğum bir alan açıyorum. Kişilerin dönüşümlerine , kendi kaderlerinin iplerini ellerine almalarına,  yaşam amaçlarını bulmalarına tanık oluyorum. Ulaştığım hiçbir  hedef, bu dönüşümlere tanıklık ettiğim anlardaki kadar beni tatmin etmemiştir. Zamanla,  yolumun kesiştiği bu insanlarla çıkılan yolculukta,  önemli   farklar olduğunu keşfettim. Bunlardan biri , yaşamı kolaylaştırmak için  sadece teknik öğrenmek isteyen kişiler olduğu…  Bir tanesi de, yaşam amaçlarının iplerini karşıdakine verenler olduğudur. İşte bu yazım, yaşama amaçlarının  iplerini eline almak isteyenlere… Bu yolculukta,  kimsenin, sizin ruhunuzu sizden iyi tanıyamayacağını, size kendiniz olma iznini vermeyeceğini, öğretilmiş inanç ve davranış kalıpları ile fark yaratılamayacağını, toplum normlarının her zaman doğruları yansıtmadığını, doğruyu yanlışı ancak  kendinizin karar verebileceğini aklınızdan çıkarmamak size bir deniz feneri görevi görecektir. Doğal olarak akan, sizi gülümseten, parladığınız,  kendinizi adayabileceğiniz  yaşam , size gerçek zenginliği ve mutluluğu getirecektir. Umarım ki, siz de, yaşam amacınızı bulma ve kendi ışığınızı, bir başkasında   parıltı olarak görme şansına sahip olursunuz. Sevgilerle… Pınar EZİCİProfesyonel Koç/Eğitmen17.01.2019

Daha Fazla »

Satışın Kimyası – Dopamin

İlk satış eğitimlerine başladığım yıllarda bir eğitimci bana ‘İnsanın yakıtı başarısıdır. Senin yakıtın nedir?’ diye sordu.Bende sizlere soruyorum.–Peki senin yakıtın nedir? Dopamin, satış görüşmesi esnasında ve karar süreçlerinde oyuncu olarak devreye nasıl girmektedir?Tabii ki başka mutluluk hormonları da bu süreçte etkili olmaktadır. Bu yazımda önceliğim dopamin…                    Bundan 3 yıl önce oğlumun bisikleti sitede kayboldu. Bu üzücü olay sonucu, gözleri dolu bir şekilde yanıma geldi. Gözlerinden anladığım yeni bir bisiklet almamı istiyordu. Çocukların gelişimi için meydan okumanın önemini öğrenmiştim, ancak nasıl yapacağımı bilmiyordum. Yaratıcılığı nasıl geliştirebilirim derken; bir fikir geldi aklıma.Dedim ki;– ‘İstediğin bisikletin yarı fiyatını ben vereceğim, geri kalan yarısı için bana fikir, öneri veya çözüm bulmanı istiyorum.’– ‘Sen bir düşün daha sonra konuşalım’ dedim.Arada birkaç saat sonra, bir sayfa dolusu maddelerle yanıma geldi. Dedi ki;-‘Burada yazılanları yerine getirirsem geri kalan kısmını da tamamlar mısın?’Yazılanlara baktığımda sorumluluk alanını geliştirmiş, ev içi paylaşımı artırmış ve sorumluluk almak isteyen bir dil kullanmış. Tutarlılığını için bir süre belirledikten sonra 1 ay sonra istediğini yerine getirdim. Oğluma bunları yazdıran, aradığı ödül için onu harekete geçiren neydi? Stres anlarında, konfor alanından çıkartan ve yaratıcılığı geliştiren kimyasal hangisiydi? Oğlum için bunun cevabı özgürlük tutkusuydu. Bisiklet onun için özgürlüğü temsil ediyordu ve en önemli değeriydi. Ericson kişilik sınıflamasında; 10-12 yaşlarında özgürlük duygusunun tamamlanmasının öneminden bahsetmektedir. İlerleyen yıllarda bağımsız karar alabilmesi için deneyimlenmesi gereken bir duygudur özgürlük.                    Sistem şu şekilde işliyor. Her davranışın arkasında düşünce ve deneyimle oluşmuş bir duygu bulunmaktadır. Hipotalamus bölgesi, geçmiş duygular ile korelasyon yaparak, bu senin için iyi devam et yada kötü uzak dur mesajı verir. Her zaman keyif arar ve acıdan kaçarız. Deneyimlerin kalitesi burada karar sürecini belirlemektedir. Dikkatimizi, RAS(Retiküler Aktivasyon Sistem) ile yöneten beynimiz, bilgiyi elekten geçirdikten sonra, hareketi ateşler. Dopamin elimizde olanlar için fazla salgılanmaz. Onun için oyuncak aldığımız çocuğumuzun sevinci kısa sürer, yada çok beğendiğimiz ayakkabıyı aldıktan sonra ilk kullanımdan sonra yarattığı duygu azalır.                     Bizi hayatta tutmaya çalışan beynimiz, etki yaratmaktan çok tepki vermeye meyillidir. Etki yaratmak için kendimize sorular sormalıyız. Bu durum bana ne söylüyor? Bu durumun henüz görünmeyen mükemmel yanı nedir? Bu durumdan ne öğrene bilirim? Bu sorular hipotalamustan gelen tepki isteğini amigdala üzerinde ilkel beyine yerine frontal kortekse, yani üst beyine iletimini sağlar. Deneyim kalitesine göre bu iletim 6-8 saniye sürmektedir. Bu sebeple, 10’dan geriye saymaya başlamak tepkimizi değişimine yardımcı olmaktadır. Davranışımızın altındaki duygumuzu yönetmemize yardımcı olacaktır. Müşterinizle yaşadığınız itilaf durumlarında etki yaratmanızı sağlayacaktır.                   Satış, müşterinizin davranış değişikliği için ikna sürecini içerir. Satış sürecinin parçasıysanız, bunları bilmek satışınızı artırır. İkna sürecinde duygusal zekâ belirleyici etkenlerden bir tanesidir. Dopamin ihtiyacımız, olana ulaşmayı teşvik eder. Müşterinizin sıkıntısı nedir? Siz onun hangi hedefine ulaşmasına katkı sağlayacaksınız ya da belirlediği hedefin çıtasını yükseltmesine yardımcı olacaksınız. İşte budur dedirttiğimiz anda dopamin salınımı sağlarsınız.                     Müşterimiz ile bağ kurmak, satışın olmazsa olmazıdır. Peki nasıl bağ kuracağız? Müşterimizle dinleme seviyemizi artırmak ve anlatmaktan keyif aldığı konularla ilgili bol bol soru sormak burada etkili olacaktır. Söylediklerini ona yansıtacak sözcükler, bak nasıl başardın dediğimiz takdir içeren yansıtmalar ile kurulan diyalog, bol bol dopamin salınımına sebep olacaktır.                  İlkel beyin bencildir ve hedefine uygun olan katkıyı gösteren kişiyle bağ kurması kolay olur. Enerjinin %25ini kullanan beyin, hayatta kalmak adına daha önce deneyimledikleri için fazla dopamin harcamaz. Müşterinizin değerlerini bilmiyorsanız, zamanınıza ve enerjinize yazık edersiniz. Değerlerin keşfinde duygusal zekanın bir parçası olan sosyal farkındalık öne çıkmaktadır. Neleri anlatırken heyecanlanıyorlar – duygu yoğunlukları nerede – -meli,malı -gerekiyo ,-lazım cümlelerini nerede kullanıyor, hangi konularda tamamlanmaya ihtiyaç duyuyor, detay vererek anlattıkları konular nelerdir? Neler onları üzüyor ya da aşırı mutlu ediyor? Buralarda değerlerini bulabilirsiniz. Satış görüşmesi esnasında, çok ketum olan bir müşterimle ilkokula yeni başlayan çocuğu üzerine sohbet başlattığımda ses tonu ve heyecanı birden değişti. Bir kaç dakikadan fazla vaktim yok diyen müşterimiz ile görüşmemiz uzun bir sohbete dönüşmüştü. Çıkışta siz merak etmeyin ürün desteğim olacak dedi. Başarı değeri önemli olan kişinin annelik görevlerinde de başarılı olduğunun yansıtılmasına ihtiyaç duyuyordu. Sadece yapmamız gereken bunu ona yansıtıp takdir etmek oldu. Bol bol soru sorarak, bu başarının adımlarını ona hissettirmek yetmişti. Yaptığının faydasını kendisine yansıtmak dopamin salınımına davet çıkarttı.                  Rakibinizin yapmadığını keşfetmeli ve müşterinize’’ işte budur’’u söyletmelisiniz. Hedefine giden yolda, yap bozdaki parçayı bulduğu anı yaşatmalısınız ki ayrışma yaşayasınız. Çünkü dopamin sosyal ödülü aratan ve bunun için heyecanı harekete geçiren hormondur. Karşılaştırmayı seven beynimiz, bunu geçmiş dopamin devreleri ile sağlamaktadır. Statü ve konumumuz burada referans olmaktadır. Ayna nöronların keşfiyle, insan oğlu başkalarının davranışlarını izlerken kendi beyninde de bu davranışların benzer nöronlarca ateşlendiğini kanıtladı (Rizzolatti-1993/Parma) .Bu ateşlenen nöronların, bağ kurma ve haz ortaklığı yarattığı görüldü. Futbol izlerken farkında olmadan yaptığımız beden hareketleri yada bir filmde ki drama sahnesindeki göz yaşlarımızın sebebi bununla açıklanmaktadır. Çünkü beyin gördüğü ile hatırladığını ayırt edemez. Müşterinizin kendi çıtasını yükseltme ve statüsünü artırma isteği beynin karşılaştırma özelliğinden gelmektedir. Hepimizin hayatları için düşündüğü bu istekleri yapmamıza engel olan inançlarımız, bizi sabote eden duygularımız bulunmaktadır. Müşteri ile kurulan diyaloglarda anda olduğumuzda bunları çok rahat duyarız. Müşterinizin hedeflerine şahit olmak ve katkıda bulunmak, belli aralıklarda kutlama yapmak ona bol bol dopamin salınımı yaptıracaktır.                Buraya kadar bahsettiğim konularda fiyat avantajı, rakibin sunduğu ekstra iskonto vb. durumlar yok. Hiç kimse kendisine bir şey satılmasını sevmez ancak herkes alışveriş yapmaya bayılır. Siz bu alışverişe katkı sağladığınızda, hedefine ulaşmasını kolaylaştırdığınızda, olgular değil algılar devreye girecektir. Müşterinizin duygularını yönetmeyi öğrenirseniz davranışı otomatik olarak değişmeye başlayacaktır.                Oğlumun özgürlük değerinin kısıtlanması onda acı yaratmıştı. Meydan okumam onda eski konumuna ve daha iyisine ulaşacağının sinyalini oluşturdu. Frontal korteks, iletilen bu meydan okuma, yaratıcılığı ateşledi. Bir sayfa dolusu sorumluluk alarak, değişim isteği yarattı. Küçük bir müzakere ile kazan-kazan oluşturuldu. Bende ise konuşmaktan keyif aldığım konunun testini yapmama vesile oldu. Şuan sizlerle paylaşmak benim ilhan olma, cevap verme değerime katkı sağlarken, foşur foşur dopamin salgılamama neden oldu. Teşekkürler. Caner ÇAYLIACC / Eğitmen16.01.2021

Daha Fazla »

Küresel Başarının 6 Altın Kuralı

Merhaba Arkadaşlar, Bugün sizlere küresel başarının  6 altın  kuralından bahsetmek istiyorum. Fakat bunu en son paylaşacağım sizlerle. Öncelikle bir soru sormak istiyorum … Vücudumuzda bulunan organların en önemlisi hangisi ? Evet, en önemli organımız beyin arkadaşlar. Bir defa, vücudumuzda en sağlam KEMİKLERLE korunuyor, dışarı ile hiçbir teması yok bir takım başka organlardan gelen bilgilerle dışarıyı algılıyor. Sıkı bir korumada. Nöronlardan oluşan bir et parçası. James Devar’ın dediği gibi , beyin paraşüt gibidir, sadece açık olduğunda çalışır. Beynimizi açık tutup iyi yönettiğimizde, dünyanın gizemli keşfedilmemiş kapılarını açmakta elimizde. Hiçbir şey yapmadan, fotosentez şeklinde yaşarcasına kullanmamakta elimizde. Dünya, hızla gelişmekte,bilim ve teknoloji içerisinde ilerlemekte. Dedelerimizin, babalarımızın zamanında, gelir, bilek gücü ile sağlanır iken , günümüzde ise geliri, beyin gücü ile yapılan meslekler sağlamaktadır. Gelişmiş ülkelerin zenginliği ise bilime ve teknolojiye yapılan yatırımları ve bununla ilgili çalışmaları ile sağlanıyor. Bilgi+bilim; tabi buda sonuç olarak başarıyı ve zenginliği doğuruyor. Temelde ise çok çalışmak ve sistem gerekli. Örneğin KORE,  1980‘lerin ortasına kadar Türkiye’den daha fakir bir ülke, Türkiye’den daha geri bir ülke olmasına rağmen 2023 yılında dünyanın en büyük on ekonomisi içine gireceği söyleniyor. Türkiye’nin  ise 16 da kalacağı tahminler arasında. Her yıl sanayi odası ilk 500 firmayı açıklıyor,  fakat bunların içinde sadece 12 sinin  teknolojisi yüksek firmalar olduğunu biliyor muydunuz? Peki neden böyle? Teşhisi koyamazsak , tedaviyi de yapamayız öyle değil mi? Önce teşhisi koymamız lazım. Bizim  ülke olarak hayallerimiz; Norveç, İngiltere gerçekler Endonezya, Hindistan…  Başarılı olmak istiyoruz , yolu da biliyoruz fakat bu konuda ne hareket var ne istikrar. Altın tepsinin bize sunulmasını bekliyoruz. Üç seçenek var önünüzde , ya altın tepsiyi bekleyeceğiz , ya genel olarak sistemi eleştireceğiz yada verimli ve sistemli bir şekilde çalışacağız. Başarı bir tutkudur arkadaşlar , onu arzulayan ve hazır olana gelir . Ayrıca gayret , emek , azim , istikrar ve sistem ister. Bunun içinde, tutkunun peşinden koşmamız gereklidir. Ancak hazır mısınız?Önce onu sormanız gerekiyor kendinize. Yarın için neler yapmalıyım? İhtiyaç duyacağım yetkinlikler neler? Bana kim liderlik edecek? Eğer bu soruları sormazsak hiçbir şey yapamayız. Başarıya ulaşmak için , ben yaparım, başarabilirim demeliyiz. Kendimizi , çevremizi , ülkemizi  daha da büyütmek için bunu yapmalıyız. Peki bunlar neler , Eğitiminize önem verin (bilgi) En az bir yabancı dil bilin Motivasyonunuzu kendiniz yaratın. Kendinizi değerlendirin ve düzeltin Empati yapın Evrensel olun. Ne olacak bu memleketin hali demekte bir seçenek, ben harekete geçiyorum demekte bir seçenek sonuçta. Yasemin KILIGProfesyonel KOÇ18.01.2021

Daha Fazla »

Hayatınıza Koçluk Yapın- Sorular

Hayata Koçluk Yap – Soruların Gücü ‘’ Bazıları her şeyi olduğu gibi görür, Niçin? diye sorar. Ben hiç var olmamış şeyleri düşünürüm, Neden olmasın diye sorarım. ‘’ G. Shaw Bir keresinde eskiden beraber çalıştığım birinin verdiği bir eğitimde, benim geliştirdiğim malzemeyi ve örneği kendinin olarak tanıtması ve kelime kelime aynen sunması karşısında neler hissettiğimi hiç unutmam. O an ki sinirim ve öfkemi bir düşünün. Nasıl buna cesaret eder? Bu nasıl düşüncesizce bir haraket. Bunu bana nasıl yapar? Diye sorduğumu hatırlıyorum. Benden emeğimi çalan bir kişinin bende yarattığı etkiyi belki kendi hayatınızda da yaşamış olabilirsiniz. O anki duygu durumumu tetikleyecek negatif soru bombardımanı doğal olarak negatif bir cevaplar silsilesini beraberinde getiriyordu. Bu bir süre devam etti. Daha sonra  anladım ki bu tür sorular beni sinirlendirmekten ve üzmekten öteye gitmeyecek. Duygumu değiştirecek en doğru şey kendime yeni soru sormam olacaktı. Bu kişinin neyine saygı duyuyorum? diye soru sordum. Bunu yaparken değer yapısı nedir diye de sordum. Farkındamıydı? Neyi gerçekleştirmek istiyordu? Vs vs . Daha sonra ‘’Ne güzel ya yan gelip oturmuyor çalışıyor’’ dedim ve gülümsedim. Sorular cevapları yerine getirdi.  Sorular bir çok alanda farkındalık sağlayabilir. Ben özellikle üç alanı size anlatmak istiyorum. Daha sonra bu durum ile ilgili bir çalışma projesi sunacağım.  Sorular odağınızın nerede olduğunu gösterir.  Hayat cevaplarda değil sorularda saklıdır diye duyduğun oldu mu bilmiyorum. Fakat bu cümlenin doğruluk payı var. Kişinin sorduğu ne ise odağı da oradadır. Yani neden benim canım çok sıkkın? Ya da Neden beni kimse sevmiyor? Diye sorarsanız doğal olarak canınız sıkkındır ve kimse sizi sevmez.  Bazı insanlar bir türlü bir ilişkiye bağlanamazlar. Ya da evliliklerinde rahat duramazlar. Ya daha iyi biri varsa? Ya bunu seçer de bir şeyler kaçırırsam? Veya Bir defa aldatmaktan bir şey olur mu yahu? Vs vs diyerek  birçok soru seçerler… Sonuçta da cevaplarını yaşarlar.  Değişim cesaretini gösteren kişilerin karakterini gösterir.  Mesela Lech Walesa. Milyonlarca insan Kominizmin baskısı altında yaşıyordu. Hayat standartlarının bu kadar adaletsiz olduğu bir dönemde şu soruyu sorabilme cesaretini göstermiştir.  ‘’ Tüm çalışan kadın ve erkekler için hayat standartını nasıl yükseltebilirim? Diye sordu. İster bir durum ile karşı karşıya kalalım ister bir şeye başlarken ya da bir müzakerede… sorularınızın gücü her zaman sizi farklı bakış açılarını yaşamanıza neden olur.  Benim anlatmak istediğim, insanlar arasındaki farkın sürekli sordukları sorular arasındaki farktan ibaret olduğudur.  Başarılı insanların çalışma şeklindeki farkını gösterir.  Walt Disney. Başarılı bir adam. Peki onu bu duruma getiren şey nedir? Disney ile ilgili küçük bir hikaye. Disney çalıştığı yıllar içerisinde bir çok kişi ile beraber çalışmıştır. Bunlardan birisi Hanna-Barbara. Beraber Ayi Yorgi ve Huckleberry gibi inanılmaz şeyler başarmışlar. Beraber ne zaman yeni bir proje ve senaryo için çalışmaya başlasalar, Disney kendine has bir çalışma tarzı ile odaya girermiş ve bazı isteklerde bulunurmuş. Bir duvarın tümünü o projeye ayırır ve proje ile ilgili tüm soruları o duvara yazarmış. Bu soruları sadece kendi cevap vermez tüm çalışan arkadaşlarını da bu sorular üzerine düşünmeye teşvik edermiş. Verilen cevapları okur ve üzerinde çalışırmış. Bu şekilde şirketinde ki tüm insan kaynağını ve zekasını kullanırmış. Sorular size farkındalık yaşatır. Başarılı kılar ve hayatınızı kolaylaştırır.  Profesyonel Koçluk eğitimi aldığım ilk zamanlarda beni en çok etkileyen konu güçlü soru sorma modülü idi. Koçluk derine inmek ve güçlü farkındalık sanatıdır. İleride bu konu ile ilgili daha çok yazı yazacağım.  Peki hayatınızda kendinizde sormanız gereken ne gibi sorular var.  Şimdi isterseniz bir çalışma yapalım.  Koçluk yaptığım kişilerden en çok duyduğum şey hayatındaki problemler. Seninde bir çok problemin var. Bunlar : Ekonomik, zaman yönetimi, yalnızlık, sağlık, aldatılma, iletişim kuramama, cesaret, hayır diyemem, planlama gibi bir çok problem olabilir.  Bazı sorunların işin içinden çıkamayacağımız kadar büyük görünür.  Bazıları ise gözümüzde büyütürüz.  Bazı sorunları ise tamamen biz yaratırız.  Bir probleme farklı bir bak açısı kazandırmak için o problemi güçlü sorular ile ele almak gerekmektedir.  Bazı sorular… . Problemin Problem olmadan önce ki hali neydi? . Seni bu duruma getiren şey ne?  . Bu problem hangi değerini öksüz bıraktı? . Senin kim olman bu problemi çözülür hale getirir? . Bu problemin harika yanı nedir? . Neler henüz mükemmel değil? Olması gerekiyor mu? . Hangi sen problemi çözmeye yetmez?  . Bu durumu istediğim hale getirmek için neler yapmaya istekliyim ? . Bu durumu istediğim hale getirmek için neler yapmamaya istekliyim? Bu sorulara hayatınızda sizi en çok yoran bir ya da iki sorunu düşünüp cevap verin. Bu cevapları yazmanızı ve üzerinde düşünmenizi rica edeceğim. Derine inin ve farkındalık yaşayın iyi gelecektir.  Şimdide sabah soruları adını verdiğim bir çalışmayı göstereceğim. Bazı danışanlarım bu soruları buzdolaplarına astılar. Bazıları ailece bu sorular üzerinde düşündüler ve müzakere ettiler. Umarım bu sizin için verimli olacaktır. Sabah Soruları: Hayat tecrübemiz neye odaklandığımıza bağlıdır. Aşağıda ki sorular  sizin daha çok mutluluk, heyecan, gurur, minnet, neşe, adanmışlık yaşamınız  ve hayatınızın her gününü sevmeniz için tasarlanmıştır. Unutmayın, kaliteli sorular, kaliteli bir hayat yaratır. Bu sorulanın her birine iki üç cevap bulun ve kendinizi dünyanın içinde hissedin. Eğer cevap bulmakta zorluk çekerseniz, ‘olabilirim” kelimesini koyun yeterli olur. Örnek: “Şu anda hayatımın neresinden en mutluyum yerine, Şu an da hayatımın nesinden en mutlu olabilirim? 1.Şu anda hayatımın nesinden en mutluyum?   Bunun nesi beni mutlu ediyor? Bana nasıl bir duygu veriyor? 2.Şu anda hayatımın nesi bana heyecan veriyor? Bunun nesi beni heyecanlandırıyor? Bu bana nasıl bir duygu veriyor? 3. Su anda hayatımın nesinden gurur duyuyorum? Bunun nesi bana gurur veriyor? Bu bana nasıl bir duygu veriyor? 4. Şu anda hayatımda neye minnet duyuyorum? Bunun nesi minnet gerektiriyor? Bu bana nasıl bir duygu veriyor? 5. Şu anda hayatımda en çok neyden zevk alıyorum? Onun nesinden zevk alıyorum? Bu bana nasıl bir duygu veriyor? 6. Şu anda hayatımda neye adanmış durumdayım? Bunu nesi var da adanıyorum? Bu bana nasıl bir duygu veriyor?  7. Kimi seviyorum? Beni kim seviyor? Onun içimde sevgi doğuran şeyi nedir? Bu bana nasıl bir duygu veriyor? Bu sorulara vereceğiniz cevaplar sizde başka farkındalıklar yaratacak. Belki bu soruları hiç sormadınız belki de düşünmediniz. Unutmayın hayat sorduğunuz sorulara verdiğiniz cevaplarda gizli.  Yine unutmayın, kaliteli sorular kaliteli hayat yaratır. 

Daha Fazla »

Pandemi ve Çeviklik

Pandemi ve Çeviklik Covid-19 salgını tüm dünya nüfusunu dolayısıyla tüm dünya ekonomisini derinden etkileyen bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. 2019 yılı aralık ayında Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan Covid19 salgını , pandemilerin ekonomiler üzerinde ne denli büyük sonuçlar doğuracağını gözler önüne sermiştir. 30 Aralık 2020 – 12 Ocak 2021 tarihleri arasında 91.771.125 milyondan fazla kişiyi hasta eden ve 1.966.082 kişiden fazla insanın ölümüne neden olan bu hastalık ülke yönetimlerini çok sıkı önlemler almaya itmiştir. Bu nedenle yaşanan bu pandemi küresel bir sorun oluşturmuş ve bilimsel çevreler tarafından daha kapsamlı incelenmesi gereken önemli bir konu haline gelmiştir. Pandemi süreci diğer ülkeleri olduğu gibi ülkemizi de ekonomik anlamda büyük çapta etkilemiş, bir çok iş kolunun faaliyetlerini yavaşlatmıştır.  Yeni oluşan bu düzende örgütlerin çalışma sistemleri yeniden gözden geçirilmeye başlanmış ve yeni düzenlemeler getirilmiştir. Türkiye’de 11 Mart 2020 de görülen ilk vakaların ardından hızla yayılan salgınla birlikte çalışma hayatında da hızlı bir dönüşüm yaşanmıştır.  Örgütler de meydana gelen bu büyük dönüşüm  çalışma hayatına yeni bakış açıları kazandırmıştır.  Kaynağı insan olan yönetim bilimi de pandemi sürecinde oluşan yeni durumları analiz etmek ve değerlendirmek durumundadır. Bu bağlamda yapılacak olan araştırmalar, her alanda olduğu gibi yönetim alanında da örgütlerin daha etkin bir biçimde yeniden yapılandırılmasına ve hem örgüt hem de toplum için daha etkin bir yapıya dönüşmesine olanak sağlayacaktır.  Günümüz pazar koşullarında şirketlerin, kobilerin, ürün ve hizmet üretimi yapabilmeleri ve hayatta kalabilmeleri eskiye göre çok daha zor bir hale gelmiştir. Rekabet, küresel bir boyuta taşınmış, ürün ve hizmetlerin kullanım süreleri kısalmış, müşterilerin kişisel ve özel ihtiyaçlarını tatmin etme gereksinimi artmıştır. Bu sebeple, eskiden bir mal ve hizmet üreticisinin başarısı, tek bir ürünü düşük maliyet ile üretme yeteneği  ile ölçülürken, günümüzde esneklik, çok yönlülük, sürekli gelişim ve değişimi yönetebilme, müşteri ihtiyaçları ve pazardaki gelişimi önceden hissedip harekete geçebilme yeteneği ile yani çeviklik ile ölçülmeye başlanmıştır. Özellikle büyük ve hantal yapıdaki firmalar, ürün ömürlerinin kısa ve hatta belirsiz olduğu, teknoloji yoğun süreçlerinin kullanıldığı, daha düşük maliyetli ve daha kişisel ürünler talep eden ve karmaşık taleplerine çok çabuk cevap bekleyen müşterilerden oluşan bir ortam ile başa çıkmak zorunda kalmıştır. Bu dinamik ve belirsiz rekabet ortamında hayatta kalabilmek için firmalar yeni ve gelişmiş paradigmaları geliştirmek zorunda kalmışlardır. Bunun sonucunda da hem örgüt yapısı hem işleyiş ve iş süreçleri bakımından son derece çevik şirketler ortaya çıkmış ve teknolojiyi de kullanarak büyük rekabet üstünlüğü kazanmışlardır. Çeviklik Nedir?  Çevikliğin tanımı aslında çok eskilere kadar uzanmaktadır, ancak günümüzün zorlu koşullarında oldukça sık görmeye başladığımız çeviklik, kuruluşların ivme kaybetmeden iç ve dış değişikliklere vizyonlarına uygun ve hızlı bir şekilde yanıt vermelerini sağlayan farklı nitelikleri ifade eder. Uzun vadeli kurumsal çeviklik için gerekli olan üç temel nitelik uyarlanabilirlik, esneklik ve dengedir.(infoloji.com>kurumsal-çeviklik-nedir-ve-nasil-sağlanir) Çeviklik alanında uluslararası kuruluş olan Business Agility Institute iş çevikliğini ‘bir organizasyonun değişimden yaratıcı bir şekilde istifade ederek müşterilerinin lehine değer yaratabilme kapasitesi’  olarak tanımlıyor. Çevik dönüşümden geçen organizasyonlar geleceği tasarlarken ilk olarak ürün ve hizmetlerini merkezde tutan yaklaşımı bırakıyor ve müşterilerinin karşılanmamış ihtiyaçlarını her düşüncenin başlangıcı olarak kabul etmeyi öğreniyor.   Yani bugünkü gibi değişim hızı, bilinmezliğin yüksek olduğu ortamlarda  soruyu ‘ mevcut ürün ve hizmetlerden gelir elde etmeyi nasıl sürdürebiliriz?’ şeklinde değil de, ‘geldiğimiz noktada ürün ve hizmetlerimizi müşterilerin evrilen ihtiyaçlarına göre nasıl adapte etmeliyiz?’ şeklinde soruyor. Burada kilit kelime ‘adaptasyon‘. Çevik organizasyonlar uzun dönemli stratejik yol haritası çıkarırken bir yandan da ‘sprit’ adı verilen 1-4 haftalık çalışma dönemlerinde iş planlarını düzenli olarak gözden geçiriyor ve müşterinin değişen ihtiyaçlarına yönelik en değerli işleri önceliklendiriyor. Bunu da kararların yukarıdan alınıp aşağı iletildiği hiyerarşik bir yönetim anlayışını terk edip, müşteriye en yakın birimleri yetkilendirerek yapıyor. Böylece uygulamaya dönük kararlar hem çok daha hızlı hem de müşteri odaklı olarak alınabiliyor ve organizasyonda sancılı değişim dönemlerinden güçlenerek çıkabiliyor. Bununla birlikte yetkilendirilen çalışanların, üretkenlik ve bağlılığının artmasıyla organizasyonel verimlilikte kayda değer oranda iyileşiyor. Tüm bunlara rağmen henüz pandeminin ne zaman biteceği bilinemiyor.  DSÖ Acil Sağlık Birimi Başkanı Dr. Michael Ryan’a sorulan bir soruya verdiği cevap aslında tüm şirketler için altın değerinde bir tavsiye hem de ‘LİDERLİK’ örneğiydi. Soru; ‘Ebola salgını başladığınızdaki deneyiminiz neydi?’Dr. Michael Ryan;‘Hızlı ol. İlk hamleyi yapan sen olmalısın. Harekete geçmeden önce haklı olduğundan emin olmak istersen, asla kazanamazsın. Acil durum yönetimi söz konusu olduğunda mükemmelliyetçilik iyinin düşmanıdır. Hız, mükemmelden üstündür. Ve problem bugün içinde bulunduğumuz toplumda herkesin yanlış yapmaktan korkuyor olması. Herkes hatanın sonucundan korkuyor. Ama en büyük hata hareketsizlik. En büyük hata, hata yapma korkusundan paralize olmak. Ebola krizini düşündüğümde, öğrendiğimde tek ve en büyük ders buydu.  Günümüzdeki belirsizlikleri dikkate alınca Dr. Ryan Ebola ile ilgili çıkardığı ders şirketler içinde altın değerinde bir tavsiye. Kriz masası yaklaşımıyla hata yapmama adına yetkinin daha da tek elde toplandığı ve her türlü gündelik kararın yönetim tarafından alınıp aşağı aktarıldığı yaklaşımlar, yönetimleri darboğaza düşürerek , karar alma felcine sebebiyet verebilir. Maliyet odaklı kriz dönemi yönetim anlayışı ile verimlilik hedeflenirken, kriz masası dışında kalan çalışanların kolektif kapasitesi devre dışı bırakılıyor olabilir. Bu da tam aksine çok daha büyük bir verimsizliğe yol açabilir.  Bütün krizler bazı şirketler için fırsatları da beraberinde getirebilir. Bu yüzden yönetim ekibi bir çerçeve çizerek, kararları olabildiğince çalışanlara bırakarak, onların müşteriyi merkeze alarak organizasyondaki kolektif kapasiteden en üst düzeyde yarar elde eden ve değişime en hızlı şekilde tepki verebilen şirketler, bu krizden daha da güçlenerek çıkabilir.  Demek istediğim şudur ki; pandeminin geçmesini beklemek yerine ‘yeni normale’ uyum sağlamak , çeviklik anlayışıyla bir an önce tanışıp hayata geçirmek, şirketler adına kriz yönetimi için en sağlıklı seçenek olabilir. Şimdi soru şu; ‘ben yada biz çevik olup olmadığımızı nasıl anlayacağız?‘İşinizde, hayatınızda, şirketinizde  her şey yolunda gitmediğinde, belirsizlikler oluştuğunda veya hiç beklemediğiniz bir durum gerçekleştiğinde, işte tam bu noktada bu süreci nasıl yönettiğiniz çok önemli ve değerli! Buraya yüklediğiniz anlam, bu anlamı nasıl yorumladığınız, yaptığınız planlar ve bu planları hayata geçirmek noktasındaki istekliliğiniz ve en önemlisi bu yaptıklarınızın sürdürülmesi çok önem arz etmektedir. Eğer bunları yapabiliyorsanız siz çeviksiniz…  Unutmayın ki, her kriz beraberinde fırsatlar getirir… Taner ÖZTÜRK Profesyonel KOÇ/EĞİTMEN16.01.2021

Daha Fazla »