Voxwell Design

Anlatacak bir hikayeniz var mı?

Bizim hikayemiz .. Aslında hepimizin hikayesi .. Kendi şirketimiz olan Coworkers Academy’nin  hikayemiz adlı yazısını paylaşmak istiyorum . Kendini ifade eden güçlü hikayeleri paylaşmak ve dünyayı değiştiren bir hareket başlangıcına ortak olacak . Bu yazı size ilham olacak . Hikayemiz : Hikayemiz derken aslında doğru bir soru ile başlamak iyi olacak . Anlatacak bir hikayeniz, hikayemiz var mı? Hikayemiz yoksa, başa dönmeli ve biz en temelde nerede hata yaptık diye düşünmeliyiz, çünkü anlatılacak değerde bir mesel yoksa, durum gerçekten ciddi olmalı… Ve ikinci önemli soru: Yaratmak istediğimiz gelecek için doğru hikayeleri anlatıyor muyuz ? İster kendi gelişiminizi düşünün ister şirketinizin gelişimini eğer doğru değerleri hayatınızda yaşamıyorsanız hikayeniz eksik kalacak ya da siz eksik kalacaksınız . Yani değerleriniz ? kültürünüz ? amacınız ? yeteneğiniz ? karlılığınız ? tutkunuz ? vb gibi bizi biz yapan olguların tamamında sizlere yol gösterici olacağız . Çünkü hikayemiz’in çıkış noktası  kendi değerlerimiz ve hayat amacımızda saklı . ” Paylaşan , iz bırakan , değiştiren , keşfeden , gelişen ”  değerimizi yaşatmak istiyoruz . Bir işi tutku ile yapmak ile para için yapmak arasında ki ayrıntıyı gayet iyi biliyoruz . Bu yüzden tutkumuzu bilimsel gelişmelerle doğru oranda geliştiriyor , her yıl geleceğin en modern eğitim sistemlerini takip ediyor ve uyguluyoruz . Geliştirmek için gelişmiş  olmanın ve sürekli farkındalık yaratmak zorunda olduğumuzun farkındayız . Kimsenin sormadığı soruları önce biz kendimize soruyoruz . Cevaplar yüreğimizde gizli , sizlerle tanıştığımızda bunları açıklamak için can atıyoruz . Kısaca bu sorular nedir diye merak edebilirsiniz … Varlığımız bu dünyanın ( senin )  mutluluğunu her gün nasıl etkiliyor ? Her gün kendi mutluluğumuzu en üst düzeye çıkarmaya çaba gösteriyor muyuz ? Hayatta ki hedefimiz nedir ? Şirketimizin ve hayatımızın ulvi bir amacı var mı ? Hayat boyu devam eden bir öğrenme sürecinde olduğumuzu biliyoruz . Bir şeyi değiştirmek ve yeni keşfedeceğimiz yerlere gitmek için var gücümüz ile çalışmaya devam edeceğiz .  Ralph Waldo Emerson ; ” Geçmişte kalanlar ve ileride yaşanacaklar , içimizde sahip olduğumuz güç ile karşılaştırıldığında çok önemsiz kalır ” der . Bu hikaye burada son bulmuyor aslında başlıyor . Hikayemizi okuduktan sonra hayatınızı eskisi gibi sürdürebilirsiniz . Veya dünyayı daha mutlu ve daha iyi bir yer haline getirmek için yürütülen hareketin bir parçası olmayı seçebilirsiniz. ” Tek bir mumdan binlerce mum yakılabilir ve bu yapıldığı zaman mumun hayatı kısalmaz . Aksine , mutluluk paylaştıkça çoğalır ”

Daha Fazla »

Korona Günlerinde Çalışmak

Yaklaşık 2000 yıl önce ibranice de söylenen çok güzel bir söz var: ‘’Hepsi beklenmedik zamanda beklenmedik olaylarla karşılaşıyor’. Koronavirüste tam da bu zamanda hayatımıza girdi. Dünya da yaşanan bu olay doğal olarak yaşam şeklimizde birçok değişiklikleri de beraberinde getirdi. Sizler için yazdığım bu makalede bazı önemli noktalarda bilgilendirmek ve hatırlatmada bulunmak istiyorum.  Evde Çalışma: İşimiz gereği sahadaydık ve bizim için çalışmak randevu almak, müşteri ile yüz yüze gelip ikna etmekti. Bunun için yaptığımız tüm iş faliyetleri ev dışında ki eylemlerimizden ibaretti. Bir süre bu durum doğal olarak değişti. Home ofis çalışma şeklimize adapte olmak ve bu durumu ailemize anlatmak doğal olarak kolay değil. Bununla beraber lideriniz ve iş vereniniz sizden az da olsa bir beklenti içerisinde olacak. Kaygı sevimizi korumak için aşağıda ki noktalara dikkat edebilirsin.  Aile bireylerimiz ile birlikte bu durumu sakin bir şekilde ele almalısın. Panik yapmaya gerek olmadığını belirtmelisin. Sadece bir zaman diliminde iş yapış şeklimize adapte olmamız gerektiğini izah etmek senin açından iyi olacaktır. Eşinizden alacağınız destek ile evde çocuğunuz yada hastanız var ise sakin çalışma ortamı yaratabilir ve elinden gelenin en iyisini yapabilirsin.  Evde kendine ofis alanı yaratacağın sakin bir yer bulmalısın. Unutma sadece dışarıda değilsin ama sabah akşam mesai çalışıyorsun. Bu nedenle kendi çalışma ortamını yaratmalı ve digital anlamda tüm donanımları elde etmelisin. Çalışırken güzel bir müzik dinlemek ve kahve ile eşlik edilmesi seni motive edecektir.  Digital ortamlarda yapacağınız toplantılar bu dönemde fazla olacaktır. Bu nedenle zoom veya mıcrosoft team gibi uygulamar hakkında bilgi sahibi olman senin için kolaylaştırıcı olacaktır. Çalışma ortamınızın rahat ve düzenli olması adaptasyonu kolaylaştıracaktır.  Ara ara eşine ev işlerinde yardım etmenin iletişim açısından iyi olacaktır. Bu durumda evde sadece hizmet alan değil kendi kendine yeten bir kişi olmanız erdemli bir davranış olacaktır. Unutmayın eşiniz asistanınız değil çocuklarınız da sizlerin çalışanlarınız değil.  Bazı kişiler bu süreci verimli bir süreç haline getirip tatil gibi ve çok iyi çalışıyoruz dediler. Dünya da bunun bir çok örneği var. Yani bakış açımızı iyileştirmek ve kararlar almak tamamen bizim elimizde.  Çalışma ilişkileri : Yaşadığımız süreç doğal olarak farklı iletişim modellerini hayata geçireceğimiz bir dönemi beraberinde getiriyor. Bu durumda bazı çalışanlar ev de bazı çalışanlar ofiste çalışmak zorunda kalıyor. Her ne kadar her an firmalar bu konuda ani karar vermek zorunda kalacak olsalarda takınacağımız düşünce hem kendi sağılığımızı hemde takımda ilişkimizi güçlendirecektir.  Bu durumda : Ofiste çalışan bir kişi isen öncelikle sağlık hijyenleri dikkate almanı rica ederiz. Eminim Firmanız da bu konuda tamamen senin yanında olacaktır.  Yaşadığın psikolojik durum ve kaygı artar ise müdürün ile paylaşmalı ve destek istemelisin. Her koşulda seni düşünen bir müdürünün ve firmanın yanında olduğunu hissetmek sana iyi gelecektir.  Bazı koşullar bizim ev de çalışmamızı mümkün kılmayabilir. Bu nedenle bu durumu kaos haline getirmeden yapabileceğinin en iyisini yapmak için  çaba göstermelisin.  Ev de çalışan bir arkadaş isen ofiste sana her konuda destek veren arkadaşını aramalı ve desteğe her zaman hazır olduğunu hissettirmelisin.  Hedef Bilinci : Çalışma şeklimizin değişmesi ve mevcut koşullarımız dolayısı ile hedefe olan bakış açımızda ve içsel motivasyonumuzda bazı farkındalıklar yaratmamız gerekmektedir. Her ne kadar şimdiki ortamda hedeflerimizi gerçekleştirmek kolay olmasa da bu bilinci korumak ve düşünmek bizi sürekli canlı kılacaktır.  Böyle zamanlarda müdürümüzün bazı hedef baskısı gereksiz gibi görebilir ve bizi anlamıyor diyebilirsiniz. Bu durumda empati yapmanız iyi olacaktır. Sanırım onun yerinde olsanız ekibiniz için hem duygusal hemde ekonomik açıdan kaygı duyardınız. Müdürlerinizden gelen bir mesajı sizi güçlendirmek için atılan adımlar olarak görebilirsiniz.  Tabiki firmanın bir müdürü isen ve çalışma arkadaşların ile ortak bir amacın var ise öncelikle onları iyi anlıyor olmalısın. Takım olarak sorulması gereken en önemli soru ‘’ mevcut durum ile başa çıkmak için neler yapmamız gerekir :  Bizi şimdi ayakta tutacak ne gibi önlemler almalıyız ? Bu süreçte en az hasar ile kapatmak için takımın hangi yetkinliğe ve değere ihtiyacı var ?  Bu sorular ışığında yapacağınız bir toplantı asıl almak istediğimiz önlemleri ortak bilinç olarak bize aldıran bir takım yapabilir.  Ayrıca bu durum  ortak bilinci hep açık tutmanıza yardım edebilir. . Bu yapacağımız şeyler güzel günlere hazırlık olarak karşımıza çıkacaktır. Belki firmamız ve müdürümüz ve çalışanımız durumu bu şekilde ele alıyordur..  Zor zamanlarda Güven ve Motivasyon : Hepimiz kendimizi güvende hissetmek isteriz. Böyle zamanlarda motivasyonumuzu da ayakta tutacak bazı şeylere ihtiyaç duyarız. Çünkü beklenmedik durum ile karşılaştığımızda ilk tepkimiz kendimizi koruma altına almak olacaktır. Aynı zamanda kaygı durumumuzdan dolayı bazı kararları ertelemek,( evlenmek, bir şey satın almak veya bir yere gitmek, çocuk vs gibi ) hayallerimize engel olmak, hedeflerimizi yapamayacağımıza inanmak gibi olumsuz duygulara kapılabiliriz. Bu gibi düşüncelere kapılmamızın bir nedeni aslında tamamen beynimizin durumu ile ilgili.  Beynimizdeki limbik sistem var oluşumuzu devam ettirmeye ve dolayısıyla güven duygusunu hakim kılmaya odaklanıyor. Ani değişiklikler ve özellikle belirsizlik limbik beynimizin risk algısını bir anda artırıyor ve insanın kaygı alanına geçiş yapmasına neden oluyor. Fazla stres insanda hakim olduğunda mantık, rakam, analitik düşünce ve karmaşık problemleri çözme gibi durumlar bizim performansı düşürüyor. Yani kaygı alanında insan önce kendini düşünme eğiliminde ve takım bilinci yok oluyor. Böyle durumlarda birbirimize yapacağımız en güzel yatırım ve eğilim GÜVEN duygusu olması gerekmektedir. Buradayım ve yanındayım duygusu hem ailemiz için hemde çalışanlarımız için elzem değerinde. Eğer evli iseniz eşiniz ve çocuklarınız ile sahip olduklarınız güzel şeyler hakkında konuşmalı ve sadece bir süre tahammül göstermemiz gerektiğini iletmek gerekmektedir. Aynı zamanda çalışma arkadaşlarımız ile konuşmalarımız stresi en az yansıtmalı güven ve cesaret odaklı sohbetleri yapmamız psikolojimiz ve motivasyonumuz  açısından iyi olacaktır. Unutmayın gece elbet bir gün aydınlık ile yer değiştirecektir. Birbirimizi motive eden sohbetler geleceğe daha umutla bakmamızı sağlayacaktır.  Virus zamanlarında Yetkinlikler ve Yetenekler : Hayat koşullarının an değişmesi ile artık bazı yeni yeteneklere sahip olmamız gerekmektedir.  Günü planlamak Çalışma ortamını zenginleştirmek Soru sormak  Etkili zaman yönetimi  Telefonda konuşmak ve ikna etmek İletişim  Tasarımsal düşünce Duygusal zeka Krizi yönetmek  Not almak  Hayat normale döndüğünde nasıl bir kişi olarak sahaya çıkacaksın? Sende olmayan ama olduğunda sana fayda sağlayacak olan şey ne ? Hangi yeteneğini geliştirmeye ihtiyacın var ? Seni rakiplerinden önde tutacak olan şeyin ne olmasını istersin?  Bu zamanlar aslında bir kaç adım ileri geçmek için bir fırsat. Gündem de İtalya örneğini de görmezden gelmemek lazım. Kimse artık İTALYA olmak istemiyor. Neden çünkü rahat tavırları ülkeyi resmen

Daha Fazla »

Parazit

YÜZLEŞME Değişim, hayatın ritminde vardır ve her canlı uyum sağlayarak güçlenir. Var olmanın bu temel özelliği insanın değişimini zorunlu kılsa da kişi, değişimin öncelikle kendi dışındaki süreçlerde ve kişilerde olmasını bekler. Bu insan psikolojisinin önemli özelliklerinden biridir. İnsan beyni değişimi fark ettiğinde, olumsuza odaklanma eğiliminden dolayı bu durumu tehdit olarak algılar. Mantığımız değişimi istese de beynimizin değişime olan bu tepkisini değiştirmek çok zordur.  Beynimiz, çok yaratıcı bahanelerle değişime direnç gösterecektir. Değişim, konfor alanından çıkmamızı gerektirir. Konfor alanından çıkmak, bilinmeyen, riskli, çaba sarf etmemizi gerektiren, genellikle bizi korkutan bir durum oluşturur. Değişim düşüncesiyle birlikte, zaman zaman farklı iç sesler duymaya başlarız.  Bu sesleri koçlukta “parazit“  yada “sabotajcı” diye adlandırırız. Parazitler, tıpkı gerçek formalarında olduğu gibi, potansiyelimizi ortaya koyacağımız anlarda olumsuz tecrübelerden beslenerek enerjimizi düşürür ve bizi eylemsiz bırakırlar. Küçük bir gerçeklik parçacığını alıp, evirip çevirip bizim dönüşüm yolculuğumuzun önüne güçlü bir delil olarak koyma konusunda ustadırlar. Tamamen bir direnç ve duvar örme aracıdırlar. Parazitler, önümüze engelleri çıkartarak bizi durdurur, korkutur, yapmak istediklerimizi baltalar, potansiyelimizi performansa dönüştürmemizi engeller.   Bazen yüksek sesle konuşur, bazen de fısıldarlar. Aslında parazitlerimizin ortaya çıkması, bizi hayal kırıklıkları, acılar, başarısızlıklar ve benzeri olumsuz duygulardan korumaktır.  Çocukluktan itibaren yaşadığımız olumsuz tecrübeler ve yorumlarla varlık bulmuşlardır. Bizi iyiliğimiz için orada olduklarına inandırmışlardır. Zaman zaman, başarısızlıkların, hayal kırıklıklarının ve acıların, değişim, gelişim ve dönüşümümüz için gerekli olduğunu kabul etmek istemezler. Bu yüzden de   önümüze, bir korku duvarı örmeye devam ederler. Niyetleri korumak olsa da, uzmanlık alanı korkudur.  Bizi korkutan, hatta zaman zaman tehdit eden cümleler kurarken, bildiğimiz, risksiz alanda kalmamız için seçtiğimiz yolları bizim için güvenli kılmayı vaat ederler. Peki parazitlerimiz genelde bize neler söyler? Negatif bir iç ses olarak yeteneklerimizi sorgulayan, her küçük hatada bizi yargılayan, başarımızı önemsiz gibi gösteren bir sestir. Kendimize verdiğimiz değeri, fikirlerimizi, hedeflerimizi, değerlerimizi sürekli yargılar ve kendimizle ilgili çelişkiler yaşamamıza sebep olurlar. ‘Bak yine beceremedin’, ‘Çok daha iyisini yapabilirdin’, ‘zaten hiçbir şeyi beceremiyorsun’…gibi iç sesler aslında bizim değil parazitimizin sesidir. Sabotajcılarımızın bize söyledikleri: Ama … Ama, kendinden önce gelen cümlenin yarattığı tüm umutları yok eden, yıkıcı ve kısıtlayıcı bir kelimedir. Ama herhangi bir çözüm sunmak bir yana, adım atmanızı engellemek için önünüze korkudan oluşan bir duvar örer. Sonra yaparım… … yapmak istiyorum ama zamanım yok Ertelemek çoğu zaman verimimizi düşüren, üretkenliğimizi azaltan bir davranıştır. Ertelememizi bize öneren, sabotajcılarımızın farklı nedenleri olabilir. Bununla beraber, ertelerken, pek çok harika fırsatı kaçırabiliriz. Bunun için geç kaldım!  Ya başarısız olursam?   Sabotajcıların en önemli özelliklerinden biri de, harika hikaye anlatıcısı olmalarıdır. Olmayan şeyleri gerçekmiş gibi anlatır, senaryolar yazar, baskılar ve bizi kandırırlar. Yeni bir adım atarken, hiç denemediğimiz bir şeyde başarısız olma oranımızın yüzde 99.9 olduğuna bizi inandırırlar. Risk almamızdan, konfor alanımızın dışına çıkıp yeni şeyler denememizden hiç hoşlanmazlar. Önce bizi aşağılar, o işe yaramazsa da korkuturlar.  “Ya başarısız olursam?” cümlesi de bu korkutmaların temelindedir. Çünkü başarılı olup olamayacağınız sonucu kesin olarak öngörebileceğiniz bir şey değildir.  sabotajcılar belirsizliklerden beslenir ve en ufak bir olumsuzluğu abartarak gerçeklik gibi sunarlar size. Biliyoruz ki, öz eleştiri, içinde gerçeklik unsuru barındırarak, performansımızı artırmak ve bizi ileriye taşımak için ayna görevi görerek bize destek olur. Fakat sabotajcımız yeteneklerimizi yansıtmayacak şekilde gerçeği çarpıtır. Kendimize olan inancımızı ve güvenimizi zayıflatır. Bu da sürekli performansımızın altında performans göstermemize sebep olur. PARAZİTİMİN  SESİNİ NASIL KISARIM? İç ses evrensel bir kavramdır. Hepimizin bir iç sesi vardır. İç sesi yok etmek, onu zihnimizden atmak mümkün değildir. Hatta onunla savaşa girerseniz daha da yüksek sesle var olmaya devam edecektir. Asla kazanamayacağınız bir savaşa girmeye gerek yoktur. Onlarla savaşmaya çalıştıkça dirençleri artacak, seslerini yükseltecek ve haklılıklarını savunacaklardır. Paraziti yok etmeye değil, onu yönetmeye   odaklandığımızda, iç diyaloglarımızın nereden geldiğini anlayarak, iç dünyamızı daha etkin yönetmeye başlayabiliriz. Bunun için, öncelikle yapmamız gereken parazitin varlığını kabul etmektir. Ona kulak vermenin, bizim için iyi olmayacağını bilmek ve onunla ilgili farkındalığımızı geliştirmektir. Parazitinin neye benzediğini, ne hissettirdiğini, rengini, kokusunu tanımladıktan sonra, sana neler söylediğinin farkında olmak gerekir. Herkesin sabotajcısı, farklı şeyler söyleyebilir. Sabotajcımız, sezgiler gibi bizi koruyan kollayan değil, bunun tam aksine bize köstek olan bir sestir. Bu seslere aşina olsanız da onları iyi tanımlayamamış olabilir ya da onlara ne zaman kulak verdiğinizin farkında olmayabilirsiniz. Parazitinizi susturduğunuzu düşündüğünüz anda, daha güçlü bir formda yeniden karşınıza çıkabilir. Sabotajcınızı daha iyi yönetmek için, onunla biraz sohbet etmeniz gerekebilir. Sonunda sabotajcının sesi, tüm diğer sesleri bastırdığında, karşısına geçip ‘tamam söyle bakalım, ne diyorsun? demek ve sabotajcılarınızı tanımak, seslerini ayırt etmeye başlamak ve bilinçli seçim yapabilmek adına ilk adımdır. Parazitinizle yüzleştikten sonra, onun ne zaman geldiğinin de farkında olmak gerekiyor.  Bazı ortamlar ve kişiler paraziti tetikleyebilir ve daha sık duymamıza sebep olabilir. Destek ağımızın, bizi gören, anlayan, motive eden, yapıcı geri bildirim ile kendi potansiyelimize ulaşmamızda bize destek olan kişilerden oluştuğuna dikkat etmemiz gerekir. Parazitinizle yüzleştikten sonra, tekrar sesini duyduğunuzda, onu yok saymak ya da onun girdabına kapılmak yerine, ona teşekkür edin ve ona ihtiyacınız olmadığını söyleyin. Kendinizi, tüm olumsuz seslerden, özgür kılın… Sabotajcımızı, tanımak, anlamak ve yönetmek zaman ve emek ister. Bunu, her gün hiç bıkmadan usanmadan, elimizden gelenin en iyisini yaparak yapabiliriz. Göstereceğimiz tüm çabanın sonucu olarak, İçimizdeki tüm sesleri yönetmeye başlamak, kendimizi özgür kılmak ve hayallerimizi gerçekleştirmek için vereceğiniz en anlamlı savaş olacaktır. Sabotajcıyı, kendimizden ve sezgilerimizden ayırt etmek de çok önemli. Onu diğer iç diyaloglarımızdan ayırt edersek, savaşmak ya da susturmaya çalışmak yerine, varlığını kabul ederek, sadece gözlemci olarak gelip gitmesini seyredebilirsek, zaman içinde, bizi sabote eden bir ses halinden çıkıp, arada bir varlığını gösteren kısık bir sese dönüşecektir.                                                                                                                                                                                                                                                  

Daha Fazla »

Kendine Gel

İnsanoğlu hep bir arayış içindedir hayatının her döneminde Ne bulmak istediğini bazen bilmekte, bazen de sadece şansını denemekte Ama nedense aradıklarını hep çevresinde sanır önce   Arayış, kavrayışın bir önceki evresi belki de İcraata geçmek hepimizi heyecanlandırır her seferinde Yolda öğrenmek, kavramak istersin tüm doğru ve yanlışları birlikte Belki şanslısındır öğrendiklerin tam da beklentilerindir nihayetinde İşi şansa bırakmakta var mı belli bir güvence Amaç sadece öylesine yaşamaksa niyetinde Yaşadım mı dersin buna?  yoksa yaş aldım mı? Sence… Evet, işte tam da böyle ne istediğimizi bilemeyiz genelde Çünkü kendimizi dinlemeyi hep atlarız o ya da bu şekilde Ama etrafımıza karşı kendimizden daha fazla duyarlıyız niyeyse Bir düşünsene Birilerinin eleştirilerinde ölüyor pamuklara sarmaladığın hayallerin Genel geçer algıların selinde boğuluyor sarıldığın değerlerin Adettendir diyenlerin inatlarından doğuyor hiç yapmak istemediklerin İşte kendine sormadığın her sorunun cevabını bu şekilde başkaları verir fark etmeksizin O zaman keşkelerin de iyi kilerin de olmasını istiyorsan kendi elinde Hayatının her evresinde ara, dene, çabala Çıkış noktan hep sen olsun mutlaka Ne istediğini bilmez, ne hissettiğini sezmez isen kendinde Yaşamında buldukların yol boyu taşıdığın yük olur sana öğreti yerine Bu hayatta her şeyden çok var müsterih ol Ama senin sadece bir hayatın var, o yüzden attığın adımların içine sindiğinden emin ol Kendini düşünmeden yaşamak tamamen bahane İnsan sormaz mı hiç kendine Ne istiyorsun bu naçizane yaşam serüveninde diye Hayat bitiş noktası belli olmayan bir yarış pisti gibi gözüküyor olsa da Yarışa dâhil olup olmamak da, sadece kendinle yarışmak da yine senin elinde.  unutma Bu noktada işte kendini bilmek mesele Ne istiyorsun, neden, nasıl; neden önemli senin için, ne seni mutlu eder, peki değerlerin ve değer verdiklerin senin varlığının ne kadar bilincinde Hayatın sana ne getireceğini de, senden ne götüreceğini de bilemezsin tabiî ki de Hayatta her duyguyu (sevinç, keder, umut, çelişki…) yaşayacaksın ve hiçbir duygun sürekli olmayacak tabi ki Hissettiğin her duyguda sen olduğunda, kazandığının ve kaybettiğinin de bedelidir sana Kendin olmak büyük servet hayatta Ben yaptım bravo bana Ya da ben yapamadım size ne oluyor hayrola Ne büyük bir özgürlük di mi ama Hayat bir yol, yol da bir hedefse Öncelikle sohbet edeceksin kendinle Gardını sağlam tutacaksın hayat gailende Başarıların da olacak, tökezlemelerin de Ama sen kendini bildikçe Karanlıkta bir mumla duracak kadar güçlü olmayı da bileceksin En kötü senaryonun ortasında gevşemeyi de öğreneceksin Ne demiş Mevlana : ‘’ Ne ararsan kendinde ara ‘’… Gönül TÜRKKANProfesyonel Koç28.02.2021

Daha Fazla »

Başarma’nın En ‘’Dip‘’ Hali

Merhaba dostlar . Bugünden itibaren sizlere başarı , hayat ve işletme yönetimi ile ilgili bilgilendirici ve fark yaratan yazılar paylaşacağım. Bugünün  konusu DİP ‘TE olduğumuz zamanlar… Kayak yapmayı öğrenirken 15.kez yere düşseydin bir daha ayağa kalkıp kayak yapar mıydın ? Seni almayacaklarını bile bile onuncu kez iş görüşmesine gider miydin ? Finiş çizgisine varamayacağını bildiğin ya da bu uzak bir hayal olmasına rağmen o yarışa katılır mıydın ? Dip : Büyük hedefinize ulaşmak için zorlu yolları aşmaktır . Tabi hedef doğru ise . Dipteyim , Sondayım , Deprosyandayım…Göksel kendi şarkısında bu sözlerle bizlere seslendi . Geçenlerde bir öğrenci arkadaşım yanıma geldi . Caner abi ders bitmiyor , sınav yaklaşıyor . Tükendim. , Yoruldum  , Pes edeceğim dedi . Peki sen kendini nasıl hissediyorsun ? Çoğu kişi şuan bu durumda …Peki bu durumda olmak her zaman kötü bir şey mi ? Vaz geçecek misin ? İnsan zorluklarla karşılaştığında doğal olarak bırakma eğilimi gösterir. Yani herşeyi bırakma eğilimi … Eğer kendini dipte hissediyorsan sana vereceğim üç öğüdü dinlemeni isterim . 1)Dipte olmak kötü bir şey değildir . Kaslar ne zaman şekillenir ? Çalıştığı ve zorlandığı zaman . Yani zorlanıyorsan iyi birşeydir . Burada önemli olan şey : YANLIŞ OLANDAN VAZGEÇ , DOĞRU OLANDA ISRAR ET . 2) Seni bu zorluklara katlanmaya değer gördüğün şey ne idi ? Hedefin hala net mi ? Zorluklar baş gösterdiğinde veya kendimizi dipte hissetiğimizde ümidimizi ve hedefimizi aklımıza getirmemiz iyi olacaktır . Danışmanlık yaptığım kişilere bu hayalin resmini yaptırır ve odasına asmasını söylerim . Sen de böyle yapabilirsin . Büyüleyici bir etkisi var ..3) İnsanlar sana Başarının yolunun Vazgeçmemek olduğunu söylediler . Kısmen katılıyorum . Ben VAZGEÇ diyorum . Eğer kilo vermek istiyorsan vazgeçeceğin  en az on şey vardır . Spor yapmak acı verdiğinde o on şey aklına gelir . İş te dip bu. Bu dipte olan şeyleri iyi bilip vazgeçmezsen herkes gibi sıradan olur hayatın.. Dipte olmak iyidir . Başaran insanlar dip’te doğru karar veren ve fazlalıklarını atan kişilerdir .Tabiki hedefini ve fazlalıklarını doğru tespit edebilmiş isen .

Daha Fazla »

Neden Kararsız Kalır İnsan?

Neden kararsız kalırız? Her Karar Bir seçimdir! Seçim yaparken birçok seçimle karşı karşıya kalırız. Seçenekler arasından birini tercih ettiğinde, diğer seçenekleri ortadan kaldırmış oluruz. Bu sebeple her seçim bir kaygı yaratır. Geçen gün arkadaşımla beraber karşıdan karşıya geçerken, trafiğin durumuna göre karşı tarafa geçtim ve ona da “hadi”, diyerek seslendim. Ancak karşıya geçip geçmeme arasında kararsız kaldı ve bekledi. Sonra karşıya geçip yanıma geldiğinde ona sordum: “Neden kararsız kaldın?”. O da: “Beklemek de aslında bir karar değil mi?” diye cevapladı. Tabi ki doğru, kararsızlıkta bir seçim olabiliyor bazen. Kendini en ufak bir seçimde bile stresli hissediyorsan, alacağın karar ne olursa olsun bu karar senin kişiliğinin bir sonucu olacağı gibi, bir geçici durum da olabilir. Karar verirken, neler düşünüp neler hissettiğimizin çoğu zaman farkında olmayız ve seçimlerin sonucunda kararsızlık yaşarız. Çünkü seçeceğin kararın sonucunda nelerle karşılaşacağını bilemezsin, hangi sonuçları getireceğini bilemezsin. Eğer kendine yeteri kadar zaman verir, duygu ve düşüncelerini yeteri kadar inceleyebilirsen karar vermek daha kolay olabilir. Ne var ki çoğumuz, bunu, ne yazık ki yapamıyoruz. Karar verme sürecinde aşırı değerlendirmede bulunursan, her şeyi enine boyuna incelersen kararsız kalırsın. Her şeyi analiz etmen, düşünmem, ölümü düşünürken yaşamı kaçırmak gibidir. Problemleri reddederek çözülümlere kavuşamazsın. Düşünmek en önemli konudur ancak hareket yoksa hiçbir anlamı yoktur. Seni harekete geçiren, alacağın tüm riskleri ve tehlikelerin varlığını kabul etmekte zorlanıyor olabilirsin. Yaptığın seçimin sorumluluğunu alabilmek çok önemlidir. Çoğumuz seçimlerimizden kendimizi sorumlu tutmamak için elimizden geleni yaparız. Kararsızlığın sebebi ister o an geçici bir durum olsun, ister kişilik yapının bir parçası olsun; kararsızlığın aşamalarına değineceğim bu yazımda. Karar vermende seni zorlayan sebeplere değineceğim. Bu sebepleri bilir, anlar ve ortadan kaldırabilirsen daha kararlı olabilirsin. Asıl Hedefini Unutma! Seçim yaparken en büyük gayen nedir? Seçimin ana hedefi nedir? Hareketinin eyleminin sonucu bu anlamda sana ne getirecek? gibi sorular sor kendine , hayatında en önemli hedefini unutmuşsan onu bulamamışsan, ilerleyemez ve karar veremezsin. Karar vermen güçleşir ve küçük bir seçim bile olsa seni zorlar. Yapmak istediğin şey ne ise uzun dönem hedeflerinin neresinde duruyor? Bunu ortaya çıkarırsan, seçimlerini ana hedefine yönlendirecek şekilde daha kolay yapabilirsin. Bunun sonucunda daha kararlı olma yolunda daha net olabilirsin. Karar verirken suçluluk duygusuna dikkat et! Ne yapman gereken konusunda kendini kararlı hissetsen de, “etrafımdakiler ne diyor?” diye düşünüyorsan seçim yapman güçleşir. Etrafındakilerin nasıl düşündüğünden etkilenmezsen seçimlerin daha kolay olur. Kendin için ne yapılacağını bil! davranışlarının, edimlerinin sonucunda karşılaşma ihtimali olan suçluluk duygundan kurtulabilirsin. Güvensizlik, yetersiz özgüven. Bu iki kavram karar vermeye engel olur ve kararsızlığın sebeplerindendir.  Ne yapman gerektiğini bilirsin ancak ne var ki kendine, aklına, imkânlarına güvenemezsin. Özgüven geliştirmek güçlü ve zayıf yönlerini bilmekle mümkün olur. Yapacakların için becerilere ihtiyacın var, geliştirebileceğin yönlerin neler bunlara odaklan, özgüven sahibi olan daha kolay karar verir ve özgüvenini geliştirir.  Mükemmeliyetçilik  Kararsızlığın en büyük nedenidir. Hata yapmaktan korkuyorsan kararlı olamazsın. Çoğumuz en doğru olanı yapmak ister, doğru ve yanlışın aşırı önemsendiği bir ailede yetişmişsen ve yanlış olana hiç tolerans gösterilmemişse, karar vermen güç olur.  Henüz bir çocukken; annen, baban ve kardeşlerin karar verme sürecini nasıl yönetiyorlardı bir düşün ve doğrular konusunda ısrarcı yanlışlar karşısında cezalandırıcı ve reddedici mi oluyorlardı bir düşün. Belki de kararsızlık onların kendisinde de vardı ve sen de onları gözlemleyerek öğrendin. Verilen her kararda annen, baban, kardeşin birbirlerini suçlamışlar ise kararsız olmak kaçınılmaz! Seçimlerin hatalı olmuş olabilir! Kabul et…Bir yöneticim “Bir şeyler öğrenmek istiyorsan eğer, başarısız olmuş olanlarla konuş.” derdi. Başarılı olmuş olandan çok şey öğrenemezsin, doğrular yanlışlarla bulunuyor bu hayatta. Elinden gelenin en iyisini yapmaya çalış, hatalı olabileceğini de kabullen senin planlamaların araştırmaların, problem çözme becerilerin dışında işleyen bir dünya var ve senin seçimin senden bağımsız değil, senin yeteneklerinden bağımsız değil, her zaman evdeki hesap çarşıya uymaz. Unutma cehalet kötüdür, aklını kullanmayı öğren. Her an istediğini yapabileceğine gelecekte ihtiyacın olan her şeye sahip olabileceğine inanıyorsan seçim yapman güçleşir, dünyanın senin ihtiyaçlarını koşulsuz şartsız karşılayacağına inanıyorsan her kararını optimize edersin. Her kararını didik didik edersin ve zamanının çoğunu oldukça iş, daha çok para daha çok kazanç üzerine kurarsın. Aklında her kararın karmaşık bir yapıya dönüşebilir, böylece bir karar alamazsın. Sadece bir değişken, aldığın kararı, istediğin şeyi engelleyebilir. Böylece seçimin yanlış şeyler doğurabilir. O zaman sarsılabilirsin, kararlılığın zedelenir. Her istediğinin her arzunun bir sınırı var.Aşırı korumacı ailelerde büyüyen daha kararsız olabiliyor, annen baban senin seçimlerini, senin adına yapmış olabilirler. Kendi seçimlerin konusunda yeterli uygulama yapamamış olabilirsin, seçimlerini başkalarına bırakmayı alışkanlık edinmiş olabilirsin, tekrar söylüyorum seçeneklerini gözden geçir ve kimse olmadığında ne yapmak istediğini kendine bir sor. Seçimlerinde özgürlüğü yakalarsın. Böylece kendi seçimini kendin yap ve sorumluluk almaktan asla korkma.Kimisi kararlarının sonuçlarının sorumluluğunu üstlenmek istemediğinde kararsızlık yaşar, hele kararın sonucunda işler birde kötüye giderse bunun sorumluluğu onu korkutur. Başkalarının kararları sonucunda, koşulların sonucunda olanlar oldu demek istersin. Bu durum yaşamının kontrolünü bırakmaya kadar gidebilir. Hatta, hata yapma korkusu, hele bunun kendi hatan olduğunu kabullenme korkusu senin kararsızlığına neden olur. Karar vermek sadece senin için değil herkes için zordur ve kararlar her zaman doğru sonuçlar getirmez.Karar ver ve harekete geç!Hataların olabileceğini unutma ve bu hatalarından dolayı kendini affet. Hatalardan öğreneceğin çok şey var unutma. Taner ÖZTÜRKProfesyonel Koç / Eğitmen28.02.2021

Daha Fazla »

Satışın Kimyası – Oksitosin

 SATIŞIN KİMYASI-Oksitosin                    ‘’Duygular mesajlarımızın tutkalıdır’’ sözünü ilk duyduğumda, çevreme verdiğim mesajların hangi duygularla eşleşiyor olduğu oldu. Peki siz hangi duygularla örülü mesajlar iletiyorsunuz? Olduğunuzu düşündüğümüz kişiyle, dünyaya yansıttığımız kişi arasındaki farkları ne kadar biliyoruz.                   Düşüncelerimiz deneyimlerimizle birleştiğinde, duygularımıza dönüşür. Yaratılan bu duygulara bağımlı yaşarken, İhtiyacımızı anlayan, önem veren, bunu bize hissettirenlere karşı duygusal bağ kurarız. Bu durum karar sürecinin en önemli basamağıdır. Müşterinize vereceğiniz mesajların doğruluğu beklenti oluşturmalı, istenmeyen pişmanlık korkusunda uzaklaştırmalıdır. Bu ne demek: kötü seçeneği seçtiğimizde statükomuz, daha iyi olduğu ortaya çıkan tercihi gözden kaçırdığı için pişmanlık duygusu yaratır. Heyecan, neşe, mutluluk ve haz oluşturacak düşünceler bizlerde güven yaratır. Güven ve değer hayat terazisinin en önemli gözleridir. Eğer satış işindeyseniz bu ikisine dikkat. Peki kime neye güveneceğimizi nerden bileceğiz? Peki neden sana güveneyim?                   Kulağa hoş gelmese de hepimiz benciliz. Kendi ihtiyaç ve beklentilerimize göre kararlar alıp veriyoruz. Tamamıyla bunun için tasarlanmış, hayatta kalmamızı sağlayan bir beyinle yaşıyoruz. Vücudumuzun ortalama %2’i ağırlığında, hareketsizken yakılan 1300 kalorinin 200 kalorisini beyin yakmaktadır. Bu sebeple karar almadan önce enerji yakmaya değip değmeyeceğini ölçmeye ihtiyacı vardır.                    Oksitosin; gardımızı indirip, güven duyduğumuzun yanında olma hazzıdır. Aitlik ve güven hissi verir. İş yerini sevmek, okulu sevmek vb. oksitsin ile ilişkilidir. Tehlikede değilsin, rahat ol mesajını oluşturur. Kalabalık bir organizasyonda tanıdığınızı aramamızı söyleyen, ona ulaştığınızda yaşadığımız duygudur. İlk olarak doğumla salgılanır, dünyaya gelme korkusu ve stresini azaltır. Çünkü salgılandığında stres hormonu kortizol yok olur, kaygı azalır. Empatiyi artırırken, hoşlandığınız birinin yanında kanda insülin gibi arttığı görülür. Belleği bozarak tekrar yapmayacağımızı söylediğimiz şeyleri yapmamızı, atılan kazığı ya da çekilen acıyı unutmamızı sağlar.                     Beynimiz güvenmeye programlanmıştır. Annene bağlanma paterni hayatımızdaki güven isteği ve karar süreçlerini belirliyor. Bu durum hamileliğin 4. Evresinde başlamaktadır. Doğduğumuz andan itibaren tüm karar süreçlerinde güven aramamızın sebebi budur. Doğduğumuz andan 2 yaşına kadar en fazla nöronlar arası plastisite gerçekleştiren beynimiz, güven ve güvensizliği deneyimlendiriyor. Güven boşa çıkmadığında hipotalamus oksitosin salgılar. Bebeklerin havaya atıldıktan sonra tutulmaları sonucu yaşadıkları mutluğun sebeplerinden biridir.  Oksitosin sayesinde hayvanlar yavrularını yalarken, insanlar onlara dokunur. Dokunmak, tokalaşmak biz insanlara iyi geliyor.                  Sosyal tehdidin artmasıyla oksitosin düşer ve stres artar. Takdir edilme ve beğenilme bizi mutlu ederken, sosyalleşmeden uzaklaşıldığında, destek azalacağı için oksitosin düşer. Müşterinizin sosyalleşme isteğine katkı sağlamak ayrıca küçük ödüller vererek beğenilme isteğini kutlamak size kazandırır. Ödüllerin maddi olması gerekmiyor, güzel bir söz, bir mesaj, değerleriyle ilgili güzel bir yansıtma yapmanızda aynı etkiyi gösterir. Bir de duruma tersten bakalım. Oksitosin ile yaratılan güven alanı bir anlamda konfor alanı yaratır. Konfor penceresinden gördüğümüz ilk şey korkudur. Konfor alanı yeniyi deneme isteğini azaltır. Neden beni ya da ürünümü tercih etmiyor diyorsanız, cevabı buradadır. ’’Alışkanlıklar 21.yüzylın en büyük hastalığıdır’’ sözü sizede hangi alışkanlıklarımdan kurtulmak istiyorum sorusunu sordurdu mu? Müşteriniz bu tercihimde alışkanlığım oluştu, ben konfor alanı yarattım demiyor ise bilin ki siz ve ürününüz ile ilgili eksikliği dile getirecektir. Müşteri itirazlarının kökünde geçmiş deneyimlerin ve buna bağlı duyguların olduğunu unutmayalım. Kök neden genelde söylenmesi en zor olandır. Bu durumda yeni güven tohumları atmalıyız. Buda yeni oksitosin devreleri yaratmak anlamına geliyor. Müşterinizin davranışlarını lehinize çevirmek istiyorsanız ilk önce güven duygusuna dokunmalısınız. Peki siz birilerine güvenirken nelere öncelik veriyorsunuz? Müşteriniz size neden güvensin? Güven koridorları nasıl oluşturulur. Hadi şimdi ona bakalım.                 İlkel beynimiz hikayenizin kendisinin dışındaki kısmıyla ilgilenmez. Dikkatini çekmek istiyorsanız sunumunuz güçlü başlangıç ve bitişi olmalıdır. Çünkü arada bilgiyi tutmak için çaba harcamaz. Hepimiz enerjimizi artıran insanları daha çok severiz. Kişiyi sevile bilir yapan verdiği mesajların pozitif duygular içermesidir. Kelimelerin burada etkisi çokmuş gibi görünse de takip ettiği kelimelerinizin, ses tonunuz ve beden dilinizle uyumluluğudur. Hepimiz bu üçlünün tutarlılığına bakıyoruz. Mesajlarınızda sizin değil, müşterinizin ihtiyacını karşılayacak şekilde telaffuzda bulunmalısınız. Siz kelimesi burada kilit cümleniz olsun. Çünkü beyin bencildir. Kendisiyle ilgili olmayan konu için enerji tüketmez. Bazen müşteriniz sizin güven testine de alabilir. İyi bilmeniz gereken ürününüz ile ilgili sorular sorabilir. Başarı değeri baskın olan müşteriniz işinize olan saygınızı bilginiz ile ölçmek isteyebilir. Ya da başka değerleriyle bunu yapmak isteyebilir. Bilgi eksikliği soru kalitesini düşürür. Müşteri görüşmelerinde özgüveni azaltır. Ayağınızın gitmek istemediğini müşteriniz anlar, hisseder. Dakikada beynimizden ortalama 700 düşünce geçiyor. Bunun ortalama 150-200 kelimesini sözcüklere dökmekteyiz. Geri kalan düşüncelerin ses tonu ve beden dilimiz ile karşıya yansıdığını unutmayalım. Zaman isteklilik, çaba ve sevgi enerjisi müşterinin öncelikli aradığıdır. Böyle durumlarda söz veriyorsanız tutmanız, araştırmanız ve zamanında dönmeniz güven adımlarını güçlendirir. Ortak değerlere sahip olduğunuz müşterilerle bağ kurmanız kolaydır. Zor müşteri değer ortaklığı kuramadığımı ve bu nedenle güven oluşturamadığımız müşteridir. Kendi beyninizin çalışma disiplinini öğrenmek, müşteri itirazlarının çözülmesi ve güven kapısının açılmasını sağlar.                   Müşterinizle yemek çıkmak yada ikramda bulunmak, beklenmedik küçük jest ve hediyeler almak, onu iyi hissettirecek mesajlar atmak (abartılı olmayan) oksitosin salınımını artırır. Bunlar müşterinin güvenmesi için araçken amaç benziyor olmak, sevilebir olmak, anlıyor ve benzer şeylere ilgimizin olmasını göstermek. Kendi gündemiyle benzerlik kuramadığında anlaşılmadığını düşünecek ve geriye çekilecek. Müşterinizle ortak duyguları paylaşıyor olmak, ayna nöronları harekete geçirir. Ayna nöronların ateşlenmesi amigdala da benzer duyguları yakalamanızı sağlayacaktır. Müşteri ziyaretlerinde anda olmak, çevik olmanızı sağlar. Doğru soruyu ancak anda olduğumuzda sorabiliriz. Anda olduğumuzda aktif dinleriz, itirazı duyar, anlar ve hissederiz. Müşteri bize seslenmiş ve biz duymamış, anlamamışızdır. Yapılan araştırmalar bizlere şunu öğretti. Olumsuz deneyim yaşayan müşterimizin %48’i bunu en az 10 insana anlatmaktadır. Müşterilerin %66’sı kötü hizmetten dolayı başka markayı tercih etmektedir. Bu durumların temeli güven ve bağ kurmadır.                   Geçmiş olumsuz deneyimlerinden dolayı ürünümüze olumsuz bakan müşterim, ısrarım ile davetimi kırmadı ve yemeği kabul etti. Hedefim daha önce yaratılmış olumsuz algıyı değiştirmek ve güven bağını tekrar inşa etmekti. Yemek bir araçtı ve yeni oksitosin devreleri oluşturmak adına fırsat taşıyordu. Müşterimin ilgi alanlarını kapsayan meraklı sorular sormaya başladım. Soruların açık uçlu, kısa olması oldukça önemliydi. Tamamıyla anda olmalıydım. Telefonumu sessize aldım. Ağzından dökülen kelimeler ile, ses tonu ve beden dili arasındaki uyumu yakalamaya çalışıyordum. Kelime vurguları ve tekrarlar bana değerleriyle ilgili ip uçları verecekti. Bir taraftan o konuşurken arada küçük küçük konuyu derinleştirici sorular, meraklı mırıldanmalar (hadi yaa, yapmayın, ee…,peki sonra, başka vb )yaparak, sohbeti monologdan diyaloğa taşımaktaydım. Yapmaktan keyif aldığı şeyleri anlattıkça, değer haritası görünmeye başladım. Değerleriyle ilgi sorular onu iyice coşturmuştu kadar keyifle anlatıyordu ki ayna nöronları iki taraflı devreye kattığımı hissettim. Bir saatin

Daha Fazla »

İlişkide Çatışmadan Fırsatlara

İlişkide Çatışmadan Fırsatlara “Ben içerideyim, sen dışarıda. Ben karanlıkta kalmışım, güvenli, doymuş, sıcak ama ışıksız. Sen soğuktan buz kesmişsin. Uzun bir yoldan gelmişsin, yoluna taşlar çıkmış ve acıkmışsın.  Ben dışarıda ne olduğunu bilmiyorum. Sen içeride ne ya da  kimin olduğunu. Yolculuğun sonunda bir ev görüyorsun ve bir kapı. Aslında umut bu senin için, ihtiyaçlarını karşılayacağın bir ev olabilir. Korkuyorsun. Kapının eşiğinde oturup bekliyorsun, belki biri kapıyı açar diye. Oysa içerideki kişi, kapının önündeki varlığından habersiz. Sen çalmazsan o kapı açılmayacak belki hiçbir zaman. Büyük bir cesaretle çalıyorsun kapıyı, biraz tedirgin ama umutlu. Kapının ardındaki benim, ben de dışarıdakilerden tedirginim ama belki diyorum güzel, iyi bir şeydir bu. Ürkekçe  ama cesaretle açıyorum kapıyı korkularıma rağmen. Seni görüyorum; üşüyen ellerini, yorgun gözlerini, susamış dudaklarını, tedirginliğini, kabul görmeme korkunu. Gülümsüyorum, yüzündeki sis dağılıyor. Gülümsüyorsun.. Bir adım geri çekiliyorum, başımı eğerek. Seninle birlikte karanlık odama ışık doluyordu. Ben sana temel ihtiyaçlarını sunuyordum, sen bana sevgi, arkadaşlık, aidiyet ihtiyaçlarımı. Hiç konuşmuyoruz ama ben sana aklımla soruyorum. Sen ruhunla cevaplıyorsun. Sen bana aklınla soruyorsun. Ben ruhumla cevaplıyorum. Yıllardır tanışıyor gibi anlaşıyoruz. Öyle dolu, öyle derin ve sessiz. Bir bütün kadar tamamlanmış. “İyi ki geldin” diyorum, “ evim kadar ruhum da aydınlandı, neşe  doldu, huzur buldu.” “İyi ki açtın kapıyı “ diyorsun, “Ne bedenim, ne ruhum daha fazla bu açlığa ve ayaza dayanamazdı donar ölürdü.”  Şimdi bu hikayeye şu açıdan bakmanızı rica edeceğim; Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi piramidi şu şekildedir; fizyolojik ihtiyaçlar, güvenlik ihtiyacı, sevgi/ ait olma ihtiyacı, saygı / değer görme ihtiyacı , kendini gerçekleştirme ihtiyacı. Peki ilişkideki çatışmaların sebeplerini hiç bu açıdan düşündük mü ? Mesela biz, sevdiğimiz biriyle biraz daha zaman geçirmek isterken, belki o da işten yorgun geldi ve önce temel ihtiyaçlarını gidermesi gerekiyor. Ya da bize zaman ayırmadığını düşünüp sitemler ederken, o ise önce güvenlik (iş, mülkiyet, barınma) ihtiyaçları için mecbur kalıyor ise bir şeylere?  Gerçekten bir de onun açısından bakabiliyor muyuz duruma? Yâda olayın dışına çıkıp içinde bulunduğumuz durumu objektif bir şekilde değerlendirebiliyor muyuz ? Şimdi siz değerli okuyucuya sormak istiyorum ; İlişkide bulunduğumuz insanların hangi ihtiyaçlarına cevap veriyoruz yâda veremiyoruz ? Peki onlar bizim hangi ihtiyacımıza cevap veriyor ya da veremiyor ? İlişkide bulunduğumuz kişi ve durumlar bizim hangi değerimizi besliyor ? Bizi bağlayan ortak noktalar neler ? Çatışmalarımız tam olarak nereden kaynaklanıyor ? Bunu değiştirmek için neler yapıyoruz? Pozitif dille gerçek duygularımızı, ricalarımızı ve ihtiyaçlarımızı dile getirebiliyor muyuz ? Doğru iletişim kurabiliyor muyuz ? Bu gibi sorulara cevap verebildiğimiz ve pozitif bir dille bunu karşı tarafa iletebildiğimiz takdirde inanın o ilişkiye daha farklı açıdan bakıp, çatışmaları fırsatlara dönüştürmüş olacağız. O halde doğru iletişimin gücünü keşfetmemiz dileğiyle.Sevgi ve ışıkla kalın. Güldeniz Turaç Öz Profesyonel Koç / Eğitmen31.03.2021

Daha Fazla »

Hayat’ının en önemli sorusu ?

Danışan  : Caner Bey hayatımda hiç bir şey yolunda gitmiyor . Caner : Yolunda gitmeyen şey ne ? Danışan : Bilmiyorum . Sanırım bir çok şeye sahibim ama hiç biri mutlu etmiyor . Genel müdür olmak iyi şeylere sahip olmak ta beni mutlu etmiyor . Caner : Hayatında eksik olan şey ne ? Danışan : Bilmiyorum. Caner : Bilse idin hayatında neler değişirdi ? Danışan : Sanırım çok şey .. Hayatında kendine bir soru sorsa idin bu ne olur du ? Sanırım hayatımızda kendimize çok az soru soruyoruz . Yukarıda ki sohbet gerçek bir hikayedir . Belki de senin hikayene çok benzer bir durum var . Yani hepimizin hayatına benzer bir yanı var . Gerek şirketlerde gerekte şirket dışında verdiğim koçluklar da edindiğim bir tecrübe var . O da sadece krizlerle mücadele ettiğimiz ve temel hayat amacımızdan / şirket amacından uzak durduğumuz . Aşağıda sizlere baı sorular yazacağım . Bu soruları belki çok ça düşündünüz ya da hiç aklınıza gelmedi . Hayat size dile getiremediğiniz yanlızlıkları paylaşmak konusunda cömert davranmaz. Siz kendinize karşı cömert olmak zorundasınız . Sorguluyan  , yargılayan ve emin olam bir kişi/şirket olmak istiyorsanız cevaplar kadar güçlü sorulara önem verin . Yoksa hayat senin içim mış gibi bir hayat olur . Biraz sana ilginç gelecek ama bu soruyu kendine hiç sordun mu ?  ” Ne kadar tuhaf’sınız ? 🙂  ” Kendinizi bir kelime ile tanımlayabilir misiniz ? ”  ” Hayatınızın / şirketinizin bir sloganı olsa idi bu ne olurdu ? ”  ” Hayatında / şirketinizde neyi kötü yaparsın ? Beceremediğin şey ne ? ”  ” Hayatınızda / şirketinizde ki gizli bir tutku olsa idi bu ne olurdu ?  ”  Kendi çevrenizde ki görevinizin ne olacağını düşünüyorsun ?  ” Hayatınızda / şirketinizde ki eksik olan şey nedir ? Hayatınızı ne tatmin hale getirir ? ” Şimdiki tecrübeniz ile beş yıl önce yaşasa idiniz neyi farklı yapardınız ?, Bu ve bu tür soruları çoğaltmak mümkün . Bazen hayat verdiğiniz cevaplardan çok soracağınız sorularda gizlidir . Bu soruları şirket çatısı altında iseniz ya da, aile çatısında iseniz sormanız ve düşünmeniz gerekmektedir . Aksi taktirde mış gibi hayatlar sizi bekler . Dada da kötüsü başkalarının hayatını yaşar onların cevaplarında boğulursunuz . Hayat senin değil başkalarının olur . Şirketiniz var sa batar , batmasa bile mutlu olamazsınız , aileniz varsa yok olur olmasa bile değerli yaşayamazsınız . Kendine bir soru sorsa idin ve bu soruyu cevapladığında hayatın daha olumlu olsaydı bu ne olurdu ?

Daha Fazla »

Sen Kim Değilsin?

Kim Değilsin? Çocukluğumda bir arkadaşımla tartıştığımı hatırlıyorum. Bana kavgalarda kullanılan soruların en klişesini sormuştu; ‘’Sen kimsin?’’ Kavgalarda bu soruya soruyla cevap verilir ya,  bende hemen karşılık olarak; ‘’ Asıl sen kimsin’’ demiştim. Bu saçma sapan tartışma öğretmenin derse girmesiyle son bulmuştu. En saf halimiz doğduğumuz andakidir. Kendimize has bir mizacımız ve yeteneklerimiz vardır. Sonra büyürüz. Büyüdükçe anne ve babamızdan, sosyal çevremizden etkilenerek  şekilleniriz. Bambaşka biri oluruz. İnsan kendinden uzaklaştıkça mutsuzlaşır. Kendi aslımızı unuttuğumuz için mutsuz ve depresif bir hayat yaşarız. Bununla birlikte, kendimizi mutlu hissettiğimiz anlar da kendimiz gibi olabildiğimiz anlardır. Peki kendini nasıl tanıyacaksın? Sen kimsin? Ne için hayattasın? Mücadelen hangi değerler uğruna? Doğruların ve yanlışların aslında kime ait? Ve şimdi tüm bu soruların cevabını nasıl bulacaksın? Savaşçı kitabında şöyle der Doğan Cüceloğlu; ‘’ Anlam arayışınızı ve umutsuzluğunuzu depresyon belirtisi olarak görmek yerine arkadaş olarak görmeye çalışın. Kişinin huzursuzluğu, mutsuzluğu, gerginliği, sıkıntısı, depresyonu onu uyandırmaya çalışan önemli dostlarıdır.’’ Hayatında seni mutsuz eden, sıkıntı veren her ne var ise onun sesine kulak ver, senin değerlerine, özüne uygun olmadıklarını söylüyorlar. Uyanış bunu fark edince başlıyor! Kendini kötü hissetmene sebep olan bu düşünce ne kadar sana ait? ‘Başkaları ne der’ diye mi böyle düşünüyorsun? Ailenden gördüklerini mi uyguluyorsun? ‘’Ben şarkıyı söylemekten yana değilim, ben şarkının kendisi olmaktan yanayım’’ Nükhet Duru’nun ‘Duru Olmak’ belgeselinde söylediği bu söz kim olduğunu bilen bir kadını çok güzel özetliyor. Kendini tanımak istiyorsan, değerlerinin farkında ol! Düşünce ve davranış kalıplarından kurtularak kendini geliştirmeye başla. Gerisi gelecektir. Şimdi kendine zaman ayır, gözlerini kapat ve düşün, ‘’SEN KİM DEĞİLSİN?’’ Suat Yaşar DİKKAYAProfesyonel Koç28.02.2021

Daha Fazla »