Kişisel Gelişim Eğitimi

Kendi Yolunda İlerlemek

Bu yazıyı yazarken, dışarıda yağan yağmurun, uzun süreden beri yaşamımızdaki  kirleri ve pasları alıp götürdüğünü  hissediyorum. Önümde, tomurcuklarından fışkırmış kıpkırmızı güller var. Dumanı tüten kahvenin kokusunu içime çekiyorum. Eskiden göremediğim güzellikleri , tatları ve kokuları keşfediyorum. Son zamanlarda, özellikle zorlayıcı anlarda, daha önce verdiğim tepkileri,  vermediğimde,  ‘‘Koçluktan önce nasıl biriydim?’ sorusu geliyor aklıma… Otantik benliğimden uzak olduğum zamanlar.  Çok kalabalık olmasına rağmen aidiyetten uzak, çok  hareketli bir yaşamı olan; bununla beraber içinde neşenin  pek az olduğu birisi geliyor hatırıma. Çok koşturduğumu, çalıştığımı, sürekli başarı, hedef ve ideal  peşinde koştuğumu anımsıyorum. Ancak  özünde  hiç tatmin olmayan, susuzluğu dinmeyen ve doymayan biri.  Bu yüzden genelde kendimle vakit geçirmekten çok keyif almazdım. Bana, başarılarımı ve diğerlerine göre çok daha iyi durumda olduğumu hatırlatan hep  birileri olsun isterdim. “Bir gün” diyerek cümleye başlardım. Cümlenin devamında da hep ulaşacağım hedeflerle , ideallerle  ile ilgili hırs  dolu sözler olurdu. Neyse ki otantik bir parçam, bu gördüğüm rüyaya inanmadı…  Şanslıydım. Her koçluk yoluna giren kişinin , bu yolculuğa başlarken kendine özgü bir koçluk hikayesi olur. Bu hikayelerdir aslında bizi arayışa götüren. Mevcutta bildiklerimizin, verilen tavsiyelerin veya  okuduklarımızın sorularımızı yanıtlayamadığı ve farklı bir şey yapmamızı gerektiren bir an gelir. Tıpkı benim hikayemde olduğu gibi.. Bir an gelir , biz arayıştayken , evren de bize hizmet eder ve hayat bizi değişim ve dönüşümle yani ‘Koçluk’ la tanıştırır. Bu değişim, eski ‘ben’ den yeni bir ‘ben’ e yolculuktur.   Koçluk,  kendi içsel doğamızı keşfetmemize yardım eder.  “Dharma” yı,    (Syanianskrit dilinde) ‘ hayatın amacı’ nı bulmamızı sağlar.  Yaşam amacımızı bulmak demek, herkesin biricik yeteneğini bulması ve bunu ifade etme şeklidir.  Bu yasa ile uyumlanırsak, yaşamımızda zenginlik, esneklik, farkındalık ve ışık var olmaya başlar. Bu ışığı önce kendimize ve sonra yakın çevremize yansıtmaya başlarız. Spiritüel anlamda, herkesin özünde bir ‘ışık varlık’ olduğuna ve sıradan hayatlar yaşayan enerji varlıkları olduğumuza inanılır. Zamanın nasıl geçtiğini fark etmediğimiz, yeteneğimizi ortaya koyarken bir zorlama hissetmediğimiz şey bizi Dharma yolunda tutar. Bu yolda da hizmet etmek esastır. Bir müzisyen müzik yapar, bir şarkıcı şarkı söyler, bir anne çocuğuna kendini adar, bir çöpçü en iyi şekilde elinden geleni yapar. Kendini adama enerjisi ile yapılan her şeyden bahsediyorum. Bu spontane akışta  kişiye yeni kapılar açılır, destek gelir… Benim Dharma’m  da , ışık tutacağıma inandığım alanlarda,  edindiğim bazı  bilgileri,  deneyimlerle birleştirip kişiye aktardığım , güçlü sorular sorduğum bir alan açıyorum. Kişilerin dönüşümlerine , kendi kaderlerinin iplerini ellerine almalarına,  yaşam amaçlarını bulmalarına tanık oluyorum. Ulaştığım hiçbir  hedef, bu dönüşümlere tanıklık ettiğim anlardaki kadar beni tatmin etmemiştir. Zamanla,  yolumun kesiştiği bu insanlarla çıkılan yolculukta,  önemli   farklar olduğunu keşfettim. Bunlardan biri , yaşamı kolaylaştırmak için  sadece teknik öğrenmek isteyen kişiler olduğu…  Bir tanesi de, yaşam amaçlarının iplerini karşıdakine verenler olduğudur. İşte bu yazım, yaşama amaçlarının  iplerini eline almak isteyenlere… Bu yolculukta,  kimsenin, sizin ruhunuzu sizden iyi tanıyamayacağını, size kendiniz olma iznini vermeyeceğini, öğretilmiş inanç ve davranış kalıpları ile fark yaratılamayacağını, toplum normlarının her zaman doğruları yansıtmadığını, doğruyu yanlışı ancak  kendinizin karar verebileceğini aklınızdan çıkarmamak size bir deniz feneri görevi görecektir. Doğal olarak akan, sizi gülümseten, parladığınız,  kendinizi adayabileceğiniz  yaşam , size gerçek zenginliği ve mutluluğu getirecektir. Umarım ki, siz de, yaşam amacınızı bulma ve kendi ışığınızı, bir başkasında   parıltı olarak görme şansına sahip olursunuz. Sevgilerle… Pınar EZİCİProfesyonel Koç/Eğitmen17.01.2019

Daha Fazla »

Satışın Kimyası – Dopamin

İlk satış eğitimlerine başladığım yıllarda bir eğitimci bana ‘İnsanın yakıtı başarısıdır. Senin yakıtın nedir?’ diye sordu.Bende sizlere soruyorum.–Peki senin yakıtın nedir? Dopamin, satış görüşmesi esnasında ve karar süreçlerinde oyuncu olarak devreye nasıl girmektedir?Tabii ki başka mutluluk hormonları da bu süreçte etkili olmaktadır. Bu yazımda önceliğim dopamin…                    Bundan 3 yıl önce oğlumun bisikleti sitede kayboldu. Bu üzücü olay sonucu, gözleri dolu bir şekilde yanıma geldi. Gözlerinden anladığım yeni bir bisiklet almamı istiyordu. Çocukların gelişimi için meydan okumanın önemini öğrenmiştim, ancak nasıl yapacağımı bilmiyordum. Yaratıcılığı nasıl geliştirebilirim derken; bir fikir geldi aklıma.Dedim ki;– ‘İstediğin bisikletin yarı fiyatını ben vereceğim, geri kalan yarısı için bana fikir, öneri veya çözüm bulmanı istiyorum.’– ‘Sen bir düşün daha sonra konuşalım’ dedim.Arada birkaç saat sonra, bir sayfa dolusu maddelerle yanıma geldi. Dedi ki;-‘Burada yazılanları yerine getirirsem geri kalan kısmını da tamamlar mısın?’Yazılanlara baktığımda sorumluluk alanını geliştirmiş, ev içi paylaşımı artırmış ve sorumluluk almak isteyen bir dil kullanmış. Tutarlılığını için bir süre belirledikten sonra 1 ay sonra istediğini yerine getirdim. Oğluma bunları yazdıran, aradığı ödül için onu harekete geçiren neydi? Stres anlarında, konfor alanından çıkartan ve yaratıcılığı geliştiren kimyasal hangisiydi? Oğlum için bunun cevabı özgürlük tutkusuydu. Bisiklet onun için özgürlüğü temsil ediyordu ve en önemli değeriydi. Ericson kişilik sınıflamasında; 10-12 yaşlarında özgürlük duygusunun tamamlanmasının öneminden bahsetmektedir. İlerleyen yıllarda bağımsız karar alabilmesi için deneyimlenmesi gereken bir duygudur özgürlük.                    Sistem şu şekilde işliyor. Her davranışın arkasında düşünce ve deneyimle oluşmuş bir duygu bulunmaktadır. Hipotalamus bölgesi, geçmiş duygular ile korelasyon yaparak, bu senin için iyi devam et yada kötü uzak dur mesajı verir. Her zaman keyif arar ve acıdan kaçarız. Deneyimlerin kalitesi burada karar sürecini belirlemektedir. Dikkatimizi, RAS(Retiküler Aktivasyon Sistem) ile yöneten beynimiz, bilgiyi elekten geçirdikten sonra, hareketi ateşler. Dopamin elimizde olanlar için fazla salgılanmaz. Onun için oyuncak aldığımız çocuğumuzun sevinci kısa sürer, yada çok beğendiğimiz ayakkabıyı aldıktan sonra ilk kullanımdan sonra yarattığı duygu azalır.                     Bizi hayatta tutmaya çalışan beynimiz, etki yaratmaktan çok tepki vermeye meyillidir. Etki yaratmak için kendimize sorular sormalıyız. Bu durum bana ne söylüyor? Bu durumun henüz görünmeyen mükemmel yanı nedir? Bu durumdan ne öğrene bilirim? Bu sorular hipotalamustan gelen tepki isteğini amigdala üzerinde ilkel beyine yerine frontal kortekse, yani üst beyine iletimini sağlar. Deneyim kalitesine göre bu iletim 6-8 saniye sürmektedir. Bu sebeple, 10’dan geriye saymaya başlamak tepkimizi değişimine yardımcı olmaktadır. Davranışımızın altındaki duygumuzu yönetmemize yardımcı olacaktır. Müşterinizle yaşadığınız itilaf durumlarında etki yaratmanızı sağlayacaktır.                   Satış, müşterinizin davranış değişikliği için ikna sürecini içerir. Satış sürecinin parçasıysanız, bunları bilmek satışınızı artırır. İkna sürecinde duygusal zekâ belirleyici etkenlerden bir tanesidir. Dopamin ihtiyacımız, olana ulaşmayı teşvik eder. Müşterinizin sıkıntısı nedir? Siz onun hangi hedefine ulaşmasına katkı sağlayacaksınız ya da belirlediği hedefin çıtasını yükseltmesine yardımcı olacaksınız. İşte budur dedirttiğimiz anda dopamin salınımı sağlarsınız.                     Müşterimiz ile bağ kurmak, satışın olmazsa olmazıdır. Peki nasıl bağ kuracağız? Müşterimizle dinleme seviyemizi artırmak ve anlatmaktan keyif aldığı konularla ilgili bol bol soru sormak burada etkili olacaktır. Söylediklerini ona yansıtacak sözcükler, bak nasıl başardın dediğimiz takdir içeren yansıtmalar ile kurulan diyalog, bol bol dopamin salınımına sebep olacaktır.                  İlkel beyin bencildir ve hedefine uygun olan katkıyı gösteren kişiyle bağ kurması kolay olur. Enerjinin %25ini kullanan beyin, hayatta kalmak adına daha önce deneyimledikleri için fazla dopamin harcamaz. Müşterinizin değerlerini bilmiyorsanız, zamanınıza ve enerjinize yazık edersiniz. Değerlerin keşfinde duygusal zekanın bir parçası olan sosyal farkındalık öne çıkmaktadır. Neleri anlatırken heyecanlanıyorlar – duygu yoğunlukları nerede – -meli,malı -gerekiyo ,-lazım cümlelerini nerede kullanıyor, hangi konularda tamamlanmaya ihtiyaç duyuyor, detay vererek anlattıkları konular nelerdir? Neler onları üzüyor ya da aşırı mutlu ediyor? Buralarda değerlerini bulabilirsiniz. Satış görüşmesi esnasında, çok ketum olan bir müşterimle ilkokula yeni başlayan çocuğu üzerine sohbet başlattığımda ses tonu ve heyecanı birden değişti. Bir kaç dakikadan fazla vaktim yok diyen müşterimiz ile görüşmemiz uzun bir sohbete dönüşmüştü. Çıkışta siz merak etmeyin ürün desteğim olacak dedi. Başarı değeri önemli olan kişinin annelik görevlerinde de başarılı olduğunun yansıtılmasına ihtiyaç duyuyordu. Sadece yapmamız gereken bunu ona yansıtıp takdir etmek oldu. Bol bol soru sorarak, bu başarının adımlarını ona hissettirmek yetmişti. Yaptığının faydasını kendisine yansıtmak dopamin salınımına davet çıkarttı.                  Rakibinizin yapmadığını keşfetmeli ve müşterinize’’ işte budur’’u söyletmelisiniz. Hedefine giden yolda, yap bozdaki parçayı bulduğu anı yaşatmalısınız ki ayrışma yaşayasınız. Çünkü dopamin sosyal ödülü aratan ve bunun için heyecanı harekete geçiren hormondur. Karşılaştırmayı seven beynimiz, bunu geçmiş dopamin devreleri ile sağlamaktadır. Statü ve konumumuz burada referans olmaktadır. Ayna nöronların keşfiyle, insan oğlu başkalarının davranışlarını izlerken kendi beyninde de bu davranışların benzer nöronlarca ateşlendiğini kanıtladı (Rizzolatti-1993/Parma) .Bu ateşlenen nöronların, bağ kurma ve haz ortaklığı yarattığı görüldü. Futbol izlerken farkında olmadan yaptığımız beden hareketleri yada bir filmde ki drama sahnesindeki göz yaşlarımızın sebebi bununla açıklanmaktadır. Çünkü beyin gördüğü ile hatırladığını ayırt edemez. Müşterinizin kendi çıtasını yükseltme ve statüsünü artırma isteği beynin karşılaştırma özelliğinden gelmektedir. Hepimizin hayatları için düşündüğü bu istekleri yapmamıza engel olan inançlarımız, bizi sabote eden duygularımız bulunmaktadır. Müşteri ile kurulan diyaloglarda anda olduğumuzda bunları çok rahat duyarız. Müşterinizin hedeflerine şahit olmak ve katkıda bulunmak, belli aralıklarda kutlama yapmak ona bol bol dopamin salınımı yaptıracaktır.                Buraya kadar bahsettiğim konularda fiyat avantajı, rakibin sunduğu ekstra iskonto vb. durumlar yok. Hiç kimse kendisine bir şey satılmasını sevmez ancak herkes alışveriş yapmaya bayılır. Siz bu alışverişe katkı sağladığınızda, hedefine ulaşmasını kolaylaştırdığınızda, olgular değil algılar devreye girecektir. Müşterinizin duygularını yönetmeyi öğrenirseniz davranışı otomatik olarak değişmeye başlayacaktır.                Oğlumun özgürlük değerinin kısıtlanması onda acı yaratmıştı. Meydan okumam onda eski konumuna ve daha iyisine ulaşacağının sinyalini oluşturdu. Frontal korteks, iletilen bu meydan okuma, yaratıcılığı ateşledi. Bir sayfa dolusu sorumluluk alarak, değişim isteği yarattı. Küçük bir müzakere ile kazan-kazan oluşturuldu. Bende ise konuşmaktan keyif aldığım konunun testini yapmama vesile oldu. Şuan sizlerle paylaşmak benim ilhan olma, cevap verme değerime katkı sağlarken, foşur foşur dopamin salgılamama neden oldu. Teşekkürler. Caner ÇAYLIACC / Eğitmen16.01.2021

Daha Fazla »

Küresel Başarının 6 Altın Kuralı

Merhaba Arkadaşlar, Bugün sizlere küresel başarının  6 altın  kuralından bahsetmek istiyorum. Fakat bunu en son paylaşacağım sizlerle. Öncelikle bir soru sormak istiyorum … Vücudumuzda bulunan organların en önemlisi hangisi ? Evet, en önemli organımız beyin arkadaşlar. Bir defa, vücudumuzda en sağlam KEMİKLERLE korunuyor, dışarı ile hiçbir teması yok bir takım başka organlardan gelen bilgilerle dışarıyı algılıyor. Sıkı bir korumada. Nöronlardan oluşan bir et parçası. James Devar’ın dediği gibi , beyin paraşüt gibidir, sadece açık olduğunda çalışır. Beynimizi açık tutup iyi yönettiğimizde, dünyanın gizemli keşfedilmemiş kapılarını açmakta elimizde. Hiçbir şey yapmadan, fotosentez şeklinde yaşarcasına kullanmamakta elimizde. Dünya, hızla gelişmekte,bilim ve teknoloji içerisinde ilerlemekte. Dedelerimizin, babalarımızın zamanında, gelir, bilek gücü ile sağlanır iken , günümüzde ise geliri, beyin gücü ile yapılan meslekler sağlamaktadır. Gelişmiş ülkelerin zenginliği ise bilime ve teknolojiye yapılan yatırımları ve bununla ilgili çalışmaları ile sağlanıyor. Bilgi+bilim; tabi buda sonuç olarak başarıyı ve zenginliği doğuruyor. Temelde ise çok çalışmak ve sistem gerekli. Örneğin KORE,  1980‘lerin ortasına kadar Türkiye’den daha fakir bir ülke, Türkiye’den daha geri bir ülke olmasına rağmen 2023 yılında dünyanın en büyük on ekonomisi içine gireceği söyleniyor. Türkiye’nin  ise 16 da kalacağı tahminler arasında. Her yıl sanayi odası ilk 500 firmayı açıklıyor,  fakat bunların içinde sadece 12 sinin  teknolojisi yüksek firmalar olduğunu biliyor muydunuz? Peki neden böyle? Teşhisi koyamazsak , tedaviyi de yapamayız öyle değil mi? Önce teşhisi koymamız lazım. Bizim  ülke olarak hayallerimiz; Norveç, İngiltere gerçekler Endonezya, Hindistan…  Başarılı olmak istiyoruz , yolu da biliyoruz fakat bu konuda ne hareket var ne istikrar. Altın tepsinin bize sunulmasını bekliyoruz. Üç seçenek var önünüzde , ya altın tepsiyi bekleyeceğiz , ya genel olarak sistemi eleştireceğiz yada verimli ve sistemli bir şekilde çalışacağız. Başarı bir tutkudur arkadaşlar , onu arzulayan ve hazır olana gelir . Ayrıca gayret , emek , azim , istikrar ve sistem ister. Bunun içinde, tutkunun peşinden koşmamız gereklidir. Ancak hazır mısınız?Önce onu sormanız gerekiyor kendinize. Yarın için neler yapmalıyım? İhtiyaç duyacağım yetkinlikler neler? Bana kim liderlik edecek? Eğer bu soruları sormazsak hiçbir şey yapamayız. Başarıya ulaşmak için , ben yaparım, başarabilirim demeliyiz. Kendimizi , çevremizi , ülkemizi  daha da büyütmek için bunu yapmalıyız. Peki bunlar neler , Eğitiminize önem verin (bilgi) En az bir yabancı dil bilin Motivasyonunuzu kendiniz yaratın. Kendinizi değerlendirin ve düzeltin Empati yapın Evrensel olun. Ne olacak bu memleketin hali demekte bir seçenek, ben harekete geçiyorum demekte bir seçenek sonuçta. Yasemin KILIGProfesyonel KOÇ18.01.2021

Daha Fazla »

Pandemi ve Çeviklik

Pandemi ve Çeviklik Covid-19 salgını tüm dünya nüfusunu dolayısıyla tüm dünya ekonomisini derinden etkileyen bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. 2019 yılı aralık ayında Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan Covid19 salgını , pandemilerin ekonomiler üzerinde ne denli büyük sonuçlar doğuracağını gözler önüne sermiştir. 30 Aralık 2020 – 12 Ocak 2021 tarihleri arasında 91.771.125 milyondan fazla kişiyi hasta eden ve 1.966.082 kişiden fazla insanın ölümüne neden olan bu hastalık ülke yönetimlerini çok sıkı önlemler almaya itmiştir. Bu nedenle yaşanan bu pandemi küresel bir sorun oluşturmuş ve bilimsel çevreler tarafından daha kapsamlı incelenmesi gereken önemli bir konu haline gelmiştir. Pandemi süreci diğer ülkeleri olduğu gibi ülkemizi de ekonomik anlamda büyük çapta etkilemiş, bir çok iş kolunun faaliyetlerini yavaşlatmıştır.  Yeni oluşan bu düzende örgütlerin çalışma sistemleri yeniden gözden geçirilmeye başlanmış ve yeni düzenlemeler getirilmiştir. Türkiye’de 11 Mart 2020 de görülen ilk vakaların ardından hızla yayılan salgınla birlikte çalışma hayatında da hızlı bir dönüşüm yaşanmıştır.  Örgütler de meydana gelen bu büyük dönüşüm  çalışma hayatına yeni bakış açıları kazandırmıştır.  Kaynağı insan olan yönetim bilimi de pandemi sürecinde oluşan yeni durumları analiz etmek ve değerlendirmek durumundadır. Bu bağlamda yapılacak olan araştırmalar, her alanda olduğu gibi yönetim alanında da örgütlerin daha etkin bir biçimde yeniden yapılandırılmasına ve hem örgüt hem de toplum için daha etkin bir yapıya dönüşmesine olanak sağlayacaktır.  Günümüz pazar koşullarında şirketlerin, kobilerin, ürün ve hizmet üretimi yapabilmeleri ve hayatta kalabilmeleri eskiye göre çok daha zor bir hale gelmiştir. Rekabet, küresel bir boyuta taşınmış, ürün ve hizmetlerin kullanım süreleri kısalmış, müşterilerin kişisel ve özel ihtiyaçlarını tatmin etme gereksinimi artmıştır. Bu sebeple, eskiden bir mal ve hizmet üreticisinin başarısı, tek bir ürünü düşük maliyet ile üretme yeteneği  ile ölçülürken, günümüzde esneklik, çok yönlülük, sürekli gelişim ve değişimi yönetebilme, müşteri ihtiyaçları ve pazardaki gelişimi önceden hissedip harekete geçebilme yeteneği ile yani çeviklik ile ölçülmeye başlanmıştır. Özellikle büyük ve hantal yapıdaki firmalar, ürün ömürlerinin kısa ve hatta belirsiz olduğu, teknoloji yoğun süreçlerinin kullanıldığı, daha düşük maliyetli ve daha kişisel ürünler talep eden ve karmaşık taleplerine çok çabuk cevap bekleyen müşterilerden oluşan bir ortam ile başa çıkmak zorunda kalmıştır. Bu dinamik ve belirsiz rekabet ortamında hayatta kalabilmek için firmalar yeni ve gelişmiş paradigmaları geliştirmek zorunda kalmışlardır. Bunun sonucunda da hem örgüt yapısı hem işleyiş ve iş süreçleri bakımından son derece çevik şirketler ortaya çıkmış ve teknolojiyi de kullanarak büyük rekabet üstünlüğü kazanmışlardır. Çeviklik Nedir?  Çevikliğin tanımı aslında çok eskilere kadar uzanmaktadır, ancak günümüzün zorlu koşullarında oldukça sık görmeye başladığımız çeviklik, kuruluşların ivme kaybetmeden iç ve dış değişikliklere vizyonlarına uygun ve hızlı bir şekilde yanıt vermelerini sağlayan farklı nitelikleri ifade eder. Uzun vadeli kurumsal çeviklik için gerekli olan üç temel nitelik uyarlanabilirlik, esneklik ve dengedir.(infoloji.com>kurumsal-çeviklik-nedir-ve-nasil-sağlanir) Çeviklik alanında uluslararası kuruluş olan Business Agility Institute iş çevikliğini ‘bir organizasyonun değişimden yaratıcı bir şekilde istifade ederek müşterilerinin lehine değer yaratabilme kapasitesi’  olarak tanımlıyor. Çevik dönüşümden geçen organizasyonlar geleceği tasarlarken ilk olarak ürün ve hizmetlerini merkezde tutan yaklaşımı bırakıyor ve müşterilerinin karşılanmamış ihtiyaçlarını her düşüncenin başlangıcı olarak kabul etmeyi öğreniyor.   Yani bugünkü gibi değişim hızı, bilinmezliğin yüksek olduğu ortamlarda  soruyu ‘ mevcut ürün ve hizmetlerden gelir elde etmeyi nasıl sürdürebiliriz?’ şeklinde değil de, ‘geldiğimiz noktada ürün ve hizmetlerimizi müşterilerin evrilen ihtiyaçlarına göre nasıl adapte etmeliyiz?’ şeklinde soruyor. Burada kilit kelime ‘adaptasyon‘. Çevik organizasyonlar uzun dönemli stratejik yol haritası çıkarırken bir yandan da ‘sprit’ adı verilen 1-4 haftalık çalışma dönemlerinde iş planlarını düzenli olarak gözden geçiriyor ve müşterinin değişen ihtiyaçlarına yönelik en değerli işleri önceliklendiriyor. Bunu da kararların yukarıdan alınıp aşağı iletildiği hiyerarşik bir yönetim anlayışını terk edip, müşteriye en yakın birimleri yetkilendirerek yapıyor. Böylece uygulamaya dönük kararlar hem çok daha hızlı hem de müşteri odaklı olarak alınabiliyor ve organizasyonda sancılı değişim dönemlerinden güçlenerek çıkabiliyor. Bununla birlikte yetkilendirilen çalışanların, üretkenlik ve bağlılığının artmasıyla organizasyonel verimlilikte kayda değer oranda iyileşiyor. Tüm bunlara rağmen henüz pandeminin ne zaman biteceği bilinemiyor.  DSÖ Acil Sağlık Birimi Başkanı Dr. Michael Ryan’a sorulan bir soruya verdiği cevap aslında tüm şirketler için altın değerinde bir tavsiye hem de ‘LİDERLİK’ örneğiydi. Soru; ‘Ebola salgını başladığınızdaki deneyiminiz neydi?’Dr. Michael Ryan;‘Hızlı ol. İlk hamleyi yapan sen olmalısın. Harekete geçmeden önce haklı olduğundan emin olmak istersen, asla kazanamazsın. Acil durum yönetimi söz konusu olduğunda mükemmelliyetçilik iyinin düşmanıdır. Hız, mükemmelden üstündür. Ve problem bugün içinde bulunduğumuz toplumda herkesin yanlış yapmaktan korkuyor olması. Herkes hatanın sonucundan korkuyor. Ama en büyük hata hareketsizlik. En büyük hata, hata yapma korkusundan paralize olmak. Ebola krizini düşündüğümde, öğrendiğimde tek ve en büyük ders buydu.  Günümüzdeki belirsizlikleri dikkate alınca Dr. Ryan Ebola ile ilgili çıkardığı ders şirketler içinde altın değerinde bir tavsiye. Kriz masası yaklaşımıyla hata yapmama adına yetkinin daha da tek elde toplandığı ve her türlü gündelik kararın yönetim tarafından alınıp aşağı aktarıldığı yaklaşımlar, yönetimleri darboğaza düşürerek , karar alma felcine sebebiyet verebilir. Maliyet odaklı kriz dönemi yönetim anlayışı ile verimlilik hedeflenirken, kriz masası dışında kalan çalışanların kolektif kapasitesi devre dışı bırakılıyor olabilir. Bu da tam aksine çok daha büyük bir verimsizliğe yol açabilir.  Bütün krizler bazı şirketler için fırsatları da beraberinde getirebilir. Bu yüzden yönetim ekibi bir çerçeve çizerek, kararları olabildiğince çalışanlara bırakarak, onların müşteriyi merkeze alarak organizasyondaki kolektif kapasiteden en üst düzeyde yarar elde eden ve değişime en hızlı şekilde tepki verebilen şirketler, bu krizden daha da güçlenerek çıkabilir.  Demek istediğim şudur ki; pandeminin geçmesini beklemek yerine ‘yeni normale’ uyum sağlamak , çeviklik anlayışıyla bir an önce tanışıp hayata geçirmek, şirketler adına kriz yönetimi için en sağlıklı seçenek olabilir. Şimdi soru şu; ‘ben yada biz çevik olup olmadığımızı nasıl anlayacağız?‘İşinizde, hayatınızda, şirketinizde  her şey yolunda gitmediğinde, belirsizlikler oluştuğunda veya hiç beklemediğiniz bir durum gerçekleştiğinde, işte tam bu noktada bu süreci nasıl yönettiğiniz çok önemli ve değerli! Buraya yüklediğiniz anlam, bu anlamı nasıl yorumladığınız, yaptığınız planlar ve bu planları hayata geçirmek noktasındaki istekliliğiniz ve en önemlisi bu yaptıklarınızın sürdürülmesi çok önem arz etmektedir. Eğer bunları yapabiliyorsanız siz çeviksiniz…  Unutmayın ki, her kriz beraberinde fırsatlar getirir… Taner ÖZTÜRK Profesyonel KOÇ/EĞİTMEN16.01.2021

Daha Fazla »

Kim Korkar ‘Assessment’tan

Kim Korkar “Assessment”tan 8 adımda Değerlendirme merkezleri ne yapar, neye bakar, neyi ölçer öğrenmek ister misin? “Assessment’ a gidiyorum, assessment’a davet edildim, çağırıldım, vs.. Evet bunları çevrendekilere söylemeye başladıysan heyecanlı gün  yakındır. Uzun zamandır yüksek performans göstererek, kariyerinde ilerlemek için çabalıyorsun. Fark yaratan performansı ortaya koydun ve fark edildin. Uzun ve sabır gerektiren bir çabanın ardından fark yarattın ve önemli bir aşamaya geldin. Bu aşamaya geldiğine göre kan, ter ve pek çok psikolojik mücadelenin üstesinden geldin. (“Seni kutluyorum.”)Artık hayalini kurduğun ya da kendine yakıştırdığın bir pozisyonun sana uyumluluğunu test edecekleri bir değerlendirmeye hazırsın.Peki, bu değerlendirme tam olarak ne içeriyor? Çoğu zaman bilmiyoruz. İlk yaptığımız bağlı olduğumuz yöneticinin yardımını istemek oluyor. Eğer, yöneticiniz yeterli teknik bilgiye sahip değilse, sahipse fakat size ayıracak yeterli zamanı yoksa (çünkü hali hazırda yöneticinizin sürdürmesi gereken başka sorumlulukları var) veya durumu yeterince ciddiye almayıp sen yaparsın, sen halledersin gibi bir tavır sergiliyorsa. Bunların olduğunu duyuyor ve biliyoruz.Bununla beraber astıyla değerlendirme sürecine ciddi şekilde hazırlanan doğru koçluk ve geri bildirimlerle arkadaşını besleyen yöneticilerde var. Siz başarılı olma ihtimalinizi artıracak tüm yöntemleri denemeye hazırsınız. Çünkü en önemli gündeminiz bu. Dolayısıyla sizin geçeceğiniz bu yoldan daha önce geçmiş ne kadar insana ulaşırsanız o kadar iyi diye düşünüyorsunuz ve haklısınız da(!). Farklı şirketlerdeki bu yoldan geçmiş dostlarınızın kapısını çalıyorsunuz. Hatta yetmiyor tanıdıklarınızın tanıdıklarına bile ulaşmaya çalışıyorsunuz. “Ne öğrenirsem kardır.” diye art arda bir çok kapıyı çalıyorsun. Ee kolay değil onca başarı, dökülen terin ardından ve yıllardır sürdürülen çabanın ardından bir assessmentın gelip tüm hayallerine engel olmasına, emekleri zayi etmesine izin vermek istemiyorsun. (durum her zaman burada egzajere ettiğim kadar keskin olmayabilir ancak iç tatmini veren bir hazırlığa ihtiyacın var ve doğru kaynak nerede bilmiyorsun veya bulamıyorsun!) Peki, gel şimdi beraber değerlendirmeye tabi tutulacağın 8 adımı konuşalım ve süreç hakkında senden tam olarak ne bekleniyor açıklamaya çalışalım. Adım ‘da genelde kişilik envanteri testi yapılıyor. Eğer daha önce herhangi bir envanter doldurmadıysan fikir vermesi için şu şekilde ilerleyelim; envanter; kişilik özelliklerini tanımlamak amacıyla oluşturulmuş soru setidir. Amaç; sorularla kişiliğine dair fikir sahibi olmak ve farklı sorularla kişilik özelliklerinin eğilimi ve tutarlılığını ölçüp seni daha yakından tanımaya yardımcı olmasıdır. Genelde 100 den fazla soru içerir. Bazı soruların içerikleri bakımından benzerlikler gösterir. Hatta aynı soruyu farklı bir şekilde sorduklarını düşünürsün. Bu tarz sorular insanı bir tutarlılık tribine sokabilir ama sakin ol sana sorulanı tam olarak anla ve aklına gelen ilk cevabı ver. Sana gündelik hayatla ilgili sorular sorulur ve cevaplarına göre algoritma bazı sonuçlara varır. Cevap şıklarında 5’li ya da 7’li skalada seçimler yapman beklenir. Örnek bir soru olması açısından aşağıda arkadaş ortamındaki davranışlarını ölçmek için aynı konsept altında 4 farklı soru hazırladım. Bu sorularda senin Arkadaş ortamında hoş vakit geçirmeyi mi, grup liderliğini mi, takım uyumunu mu tercih ettiğini anlamaya çalıştığım sorulardır. Envanter sorularına nasıl cevap vermeliyim diye düşünmek ve belirli bir stratejiyi izlemek pek tavsiye edilmez. Sen, sana en yakın cevapları vermelisin. Envanter, assessment’ın genelde belirleyici faktörü değildir. Eğer pozisyona uyumluluk açısından bir çerçeve belirlenmişse ve envanter sonucu şöyle olanlarla yolumuza devam edelim denmemişse. Ancak genelde bunun belirleyici olmadığını, bambaşka şirketlerin aynı ve farklı pozisyonlarında farklı kişilik tiplerine alan açmış olmasına bakarak söyleyebilirim.  Adım: bu adımda sana bir muhakeme testi yapılabilir. Sayısal ve sözel olarak değerlendirme yapma kapasiteni ve hızını ölçen bir testtir. Sayısal muhakemede basitçe şekil tamamlama sorularından, 2 bilinmeyenli 3-4 kriterli karar verme sorularına kadar farklı zorluk kategorilerine sahip sorular sorulabilir. Bu konuda pratik yapmak istersen, youtube’taki ales hazırlık sayısal ve sözel muhakeme soru çözümlerini inceleyebilirsin ve düşünme kapasiteni geliştirebilirsin. Adım: Ajanda Planlama; bu süreçte sana bir iş listesi verilir. Yani bir to do list “yapılacaklar listesidir” Bir çok iş türü olan bu listede genelde çok kritik işlerle daha az öneme sahip işler yer alır. Ölçülmek istenilen, iş türünü, önem derecesine ve aciliyet derecesine göre sınıflandırıp ajandanı oluşturabiliyor musun? Çok önemli iş, az önemli, acil iş, acil olmayan iş gibi 4 lü skalada verilen işleri sınıflandırman gerekir. Ardından çok önemli ve çok acil işleri ilk sıralara yerleştirip az önemli ve acil olmayan işlere doğru bir “Schedule” zaman planı yapabildiğini gösterebilmelisin. Adım: Case Çözümleme, “Örnek olay çözümleme” bu adımda sana sektöründen veya farklı bir sektörden örnek olay verilir. Bu genelde 4-5 sayfalık bir şirketin finansal sonuçları, pazarınve sektörün durumunu gösterir bilgiler içerir. Alt kırılımda bölgesel detaylar, personeller hakkında bilgilerde içerir. Amaçlanan bu durumu çözümleyip şirketi zor durumdan kurtaracak stratejiyi geliştirebiliyor musun? Aksiyonları ve hedefleri belirleyebiliyor musun? Veriler arasındaki ilişkiyi kurabiliyor musun? Veri ve bilgi yorumlama becerin ne durumda? Büyük resmi görebiliyor musun? Kararlarını neye bakarak veriyorsun? Değerlendiriciler, bu vb. soruların yanıtlarını senin örnek olay çözümlemene bakarak anlamaya çalışırlar. Eğer bu süreçte başarılı bir performans ortaya koymak istiyorsan mevcuttaki işinle ilgili iyi analizler yapmalı ve stratejik hamleler türetebilmelisin. Bu konuda bolca pratik yapmanı tavsiye ederim. Veriler, eğer onları anlamlandırarak bilgiye dönüştürebilirsen, bilgileri ilişkilendirerek bir anlamlı çıkarımlara, oradan hedef ve amaçlara uyuma ve tabi aksiyonlara gidebilirsen iyi bir performans ortaya koyabilirsin. Adım : Eksik olanı bulma; bu aşamada sana yine bir örnek olay verilebilir fakat 1-2 sayfalık, okuyup bir karar vermen istenir. Amaç şudur; sen o verilerde eksik olanı bulup bu konuda ekstra bilgi talebinde bulunup bulunmadığına bakılır. Eğer sana verilenle yetinip sorman gereken soruları ve eksik olan bilgi kümesini öğrenemezsen başarısız olursun. Dolayısıyla karar vermede bilgi parçalarını doğru birleştirip eksik olanı bulmak için doğru soruları sormayı başarmalısın. Bu konuda kendini geliştirmenin en pratik yolunun her konuda 5N 1K yaklaşımını sergilemektir. Eğer Ne,Neden,Nasıl,Nerede,Ne zaman ve kim sorularını doğru sıralamada sormayı alışkanlık haline getirirsen bu adımda başarılı olmaman için hiçbir neden kalmayacaktır. Adım: Roll Play; burada değerlendirici zor bir müşteri gibi davranır ve ikna etme becerini sınar ya da zor bir çalışan rolündedir yine amaç doğru argümanlarla ikan adımlarını atabiliyor musun? Zorlu süreçlerde iletişim kaliteni koruyabiliyor musun? Pratik zekanı kullanıp zorlukların üstesinden gelebiliyor musun? Bu roll play oyununda başarılı bir performans ortaya koyabilmenin yolu zorlu müşterilerle zorlu durumları hayal etmek ve olası yaklaşımları, seçenekleri ve çözüm yollarını düşünmekle geliştirebilirsin. Ayrıca konuya ilişkin diyalog örneklerini bulabileceğin farklı kaynaklara da kitap, film, dizi gibi bakabilirsin. Adım: Geri bildirim verme becerisinin test edildiği bir roll play uygulamasıdır. Değerlendirici bu defa başarısız iş sonuçlarına sahip bir çalışan

Daha Fazla »

Teleskobun Hangi Ucundasınız?

Teleskobun Hangi Ucundasınız?Kaynağını hatırlamadığım kısa bir hikayeden geliyor bu yazının başlığı. Uzay konularına ilgisi erken yaşta beliren ve bunun üstüne giden ufak kahramanımız her zamanki gibi yine eline aldığı teleskobu ile şaşkın bir şekilde ayakta duruyordu. O hep yüzünde mevcudiyetini koruyan sıcacık gülümsemesinin yerini daha soğuk bir belirsizlik ifadesi kaplamıştı bugün. O koca koca, çokça uzakta olan şeyleri kendisine yaklaştıran aletin ters tarafından bakmıştı ve gördüğü tam tersi görüntü  ile şaşkınlığını babası ile paylaştı “Baba bugün her şey çok küçük.” . Bu iç ısıtan hikaye ile ilk karşılaşmamdan hemen sonra başıma gelen olaylara “Acaba teleskobun neresinden bakıyorum?” diye sorma gayreti içine girmiştim ve inanır mısınız enerjimi daha fazla kendime saklayabildiğimi fark ettim.  Fark ettiniz mi ne kadar çok savaş veriyoruz hayat kargaşası içinde? Bunların büyük kısmı ciddi duygu değişimleriyle sonuçlanarak mutsuz deneyimlerimize bir yenisini daha ekliyor. Sabit olan bakış açılarımızın meydana gelme sebebi olan olaylar döngüsü çoğu zaman devam ederek belki de farkında olamadığımız bir girdap yaratıyor ve içinden çıkma noktasında sorumluluk almıyoruz. İlk nefesi itibariyle etkileşime girdiği çekirdek aile ve sonrasında hızlıca gelişen daha geniş bir sosyal alanda kendini bulmaya, olayları tanımlamaya çalışıyor insanoğlu. Elbette ki birçok mesleki alanın konusu olan, üzerine binlerce makale yazılan, tonlarca çalışmanın üstünde durduğu bu sürecin bendeki izdüşümünü paylaşmak istedim. Birlikte yaşadığımız, aynı havayı soluduğumuz ve birçok konuda ortak sorumluluğa sahip olduğumuz bu sosyal çevreden insan olarak hızlıca etkilenmeye meyil gösteriyoruz. Karşılaştığımız olayların neticesinde bakış açılarımızın kodladığı sonuçların etkisi altında hayatlarımıza devam ediyoruz. Genelde yorucu olan ve keyifsiz bir ruh halinde devam ediyor bu yolculuk, öyle değil mi? Peki en son sen ne zaman sordun kendine, ben hayatımın görüntüsüne teleskobun hangi ucundan bakıyorum diye? “İnsan en çok kendine acımaz.” diye sevdiğim bir cümle var, çoğu zaman kendime hatırlatma ihtiyacı duyduğum. Asla vazgeçmediğimiz kalıplaşmış gözlüklerimizin bize dayattığı sonuçlar neticesinde cezayı çeken biz oluyoruz her defasında. Belki de daha az suçlayıcı, biraz daha az yargılayıcı ve bir tutam daha fazla kabullenici bir bakış açısı bu acımasızlığa son verebilir.Bir ironi olarak, teleskop bize evrenin akıllara durgunluk veren büyüklüğünü anlamamıza vesile olsa da ters tarafından insanlığın daracık algısını gösteriyor belki de. Kendimize, etrafımıza, sevdiklerimize ve en önemlisi yaşamlarımıza doğru açıdan doğru bakmak dileğiyle… Çağdaş ACIMIŞProfesyonel KOÇ/Eğitmen18.01.2021

Daha Fazla »

Metalog Eğitim Araçları Pin Akademi’de!

1996 yılında kurumsal eğitimler için yüksek kalitede organizasyonel gelişim süreci sağlamak için Almanya’da kurulan Metalog ile yaptığımız anlaşma tamamlandı! Kullanılan yenilikçi eğitim araçları ile katılımcıların sahnelediği oyunlarda, uygulamalı eğitimler verilmekte ve bu sayede anlatımlar dinamik öğrenme biçimine dönüştürülmektedir. Metalog Eğitim Araçları ile birlikte, çok amaçlı metotlar kullanılarak duygusal öğrenme gücü açığa çıkarılmaktadır.

Daha Fazla »

Cosmetica’da Gelecek Var

Kozmetik sektörünün öncü firmalarından Cosmetica ile Antalya, Isparta, Manavgat ve İstanbul bölgelerinde, “Cosmetica’da Gelecek Var” sloganıyla başlattığımız gelişim yolculuğumuz, birlikte geçirdiğimiz bir yılın sonunda tamamlandı. İşletme Koçluğu ile başlayan süreçte, yönetici koçluğu ve takım koçluğu ile desteklenen gelişim programı, ihtiyaçlar doğrultusunda kuruma özel belirlenen eğitimlerle tüm çalışanlara dokunan ve fayda yaratan bir sürece dönüştü.

Daha Fazla »

Takım Etkinlikleri ve Motivasyon Oyunları Pin’de!

Takım etkinlikleri ve motivasyon oyunları ile işletmenize değer katmaya devam ediyoruz. Birbirinden güzel oyunlar ile ekibinizde bir çok yetkinlikleri geliştirebilir ve aynı zamanda eğlenebilirsiniz. Gerek outdoor gerek te indoor ortamda survivar benzeri oyunlar ile benzersiz deneyimler edinebilir, uzun zaman unutamayacağınız anlar yaşayabilirsiniz. İster sadece yönetici ekibi ile birlikte olabilir isterseniz de tüm çalışan arkadaşlarınız ile bu deneyimi yaşayabilirsiniz. İletişim, takım olma, kriz yönetimi, karar verme, ortak değer yönetme, planlama, satış ve buna benzer bir çok yetkinlikleri eğlenerek öğretebileceğimiz oyunlar hakkında daha çok bilgi için bizlerle iletişim kurmayı unutmayın. 

Daha Fazla »

Kendini Yeniden Tasarla

Bir kitap hayatımızı değiştirebilir, bize bir dost da olabilir, öğretmen de.. Ben olaya biraz farklı yaklaşmak, sorular sormak ve bu bağlantıları kendinizle kurmanızı istiyorum. Kim bilir tanımlayamadığımız yanlarımızı böylelikle tanımlayabiliriz belki de.. Şimdi, Kendimizi bir kitap olarak düşünelim ve kendi kendimizi tasarlayalım.. Kitabın cildi nasıl olurdu ? Rengi, dokusu.. İlk bakışta insanların dikkatini çekmesini istediğin şey ne olurdu ? Peki, sayfaları nasıl olurdu; hangi kağıt türünden oluşurdu ; Kuşe, saman, beyaz, karton (tnistol)  ? Bu kitabın içerik bakımından, yoğun olarak okuyucuya nasıl bir bilgi vermesini, ne hissetmesini isterdin ? Hangi tür bir kitap olurdu ; Anı, anlatı, deneme, araştırma, biyografi, eğitim, edebiyat.. ? Konusu ne ile ilgili olurdu ; psikoloji, tarih, felsefe , gezi, sanat, iş dünyası , ekonomi… ? Okuyucu kitlesi yoğun olarak hangi kesim olurdu; Öğrenci, iş insanı, ev hanımları, çocuklar ya da hepsi mi ? Düz yazı şeklinde mi olurdu, şiir tadında mı ? Görsel içerikler ya da sembolik ifadeler barındırır mıydı ? Bunlar hangi tarz olurdu ?  Vermek istediğiniz mesaj tam olarak ne olurdu ? Kimlerden, nelerden esinlenir ilham alırdın ?  Kısa kısa hikayelerden mi oluşurdu yoksa, bir konu sonuna kadar devam mı ederdi ? Yalnızca yazılı bir kitap mı olurdu, sesli formata da dönüştürür müydün ? Seslendiren kişinin ses tonu ve konuşma hızı nasıl olurdu ? Akademik bir dil mi kullanırdın, samimî ve basit mi ? Ve bu kitap başka hangi dillere çevrilmeliydi ? Peki ya, okuyucu bu kitabı bitirdiğinde ,okuyucunun zihninde bıraktığı en önemli iz ne olurdu ?  Okuyucuya kattığı hangi değer onu bir başucu kitabı yapar ya da bu kitabı bir başkasına önermesine olanak sağlardı ? Kitabı tasarlarken göz önünde bulundurmamız gereken noktalara gelecek olursak ; bazen kelimeler donup kalacak, günlerce düşüneceksin, kızacaksın neden yazamıyorum, neden ilerlemiyor diye. Köreldiğini düşünüp, başarısız hissedeceksin belki.. Fakat korkma ! Bil ki, bu bir evrilme ve yeniden doğum sürecidir. Ve ansızın bir şey olacak, ruhun ışıldamaya, zihnin çiçeklenmeye başlayacak birdenbire akacak, derin hissedişlerin. Nehirlerin, denizlerle buluşacak. Kelimeler kendi kendini doğuracak, sen bile şaşıracaksın yaratım gücüne.  Bazen yayın esnasında aksaklık olacak, bazen doğru okuyucuyla buluşamayacak, bazen dilinden anlamayan okuyucular tarafından eleştirilere maruz kalacaksın. Bazen hataların olacak ve usta ellerin bir dokunuşu gerekecek. Bazen de dilinden anlayanlarla daha çok anlamlanacak, satır aralarında bile bütünleşecek, özgürleşecek, onun ruhuna dokunacak ve ışık olacaksın.. Kitapların öyle güzel bir yönü vardır ki;  siz  tasarlar, kendi bakış açınızı insanlarla paylaşırsınız, bununla birlikte onu yorumlamak ise yüksek oranda okuyucunun bilinç düzeyine, yaşanmışlıklarıyla kurduğu bağa ve algılayışına bağlıdır.. İşte bu Kitap (biz ve bizi biz yapan şeyler ) ve okuyucu (diğer insanlar ve durumlar) metaforu ile hayatımızın her alanına dokunmak, kontrol edemediklerimizi fark ederek anlayışla  kabul etmek, kontrol edebildiğimiz noktalarla ise daha iyi, daha tatminkâr bir  yaşam için neler yapabileceğimizi fark etmenize yardım sağlasın istedim.. “Okunacak en büyük kitap İnsandır. “ demiş Hacı Bektaş Veli..Demem o ki, sen de en doğal halinle kendini tasarla ve koy ortaya. Seni anlayabilen zihinlerle, ruhsal dokunuşunu hisseden sıcacık yüreklerle, aydınlık bir yerde mutlaka karşılaşacaksın. Ve şimdi Kalbinle gülümse, aşk ve ışık ile. . Güldeniz TURAÇ ÖZProfesyonel KOÇ / EĞİTMEN17.01.2021

Daha Fazla »