Kişisel Gelişim Eğitimi

Unutulmamış Unutkanlığımızdır Deprem !

Deprem önüne geçemediğimiz jeolojik bir durum olup  insan hayatını derinden etkileyen  doğal afetlerinden biridir.Yapısal yıkım etkilerinin yanı sıra psikolojik etkilerininde insan hayatını  derinden sarstığı aşikardır. Deprem sonrası öncelik  olarak , yaşam kurtarılması , fiziksel yaralanan insanların tedavileri , evsiz kalan insanlara barınak sağlanması gibi çalışmalar yapılır. Söz konusu bu çalışmalar kadar ,  psikolojik tarafıda beraberinde gelen ve tedavi süresi oldukça uzun olan  bir durumdur ve öncelik her ne kadar fiziksel olsada, işin psikolojik tarafı genelde zamana bırakılarak sonuçlanmaktadır. İnsanların büyük bir bölümü genel olarak deprem öncesi hayatlarında böyle bir travma ile karşılaşmadıkları için , dünyayı güvenilir bir yer olarak görüp ,yakınlarındaki insanların aniden ölebileceğini düşünmezler.(Bu güven ve inanç hissi hayat içerisinde yavaş yavaş oluştuğu için ) aniden ortaya çıkan trajik değişime aynı hızla uyum sağlayabilmek insan psikolojisi için çok zor bir durumdur.Geçmiş dönemlerde ve günümüzde yaşanan tüm depremlerde, çok sayıda can ve mal kaybının yanı sıra, yaşanan olayın psikolojik hasarı  çok daha fazladır. Bu psikolojik hasarın getirdiği sorunların en başında , ölüm korkusu , enkaz altında kalma hissi , kaygı , panik , olanlara inanamama ,çaresizlik, korku, uykusuzluk vs. Çocuklarda ise genel  olarak oynadıkları oyunlara deprem temasını  eklemek , rüyalarında kabus görmek, agresif davranışlar ,  yalnız kalma isteği yada yalnız kalamama isteği ,  şımarıkça hareketlerde bulunma durumu görülmektedir. Kişi devamlı depremi düşünmekle kalmayıp sürekli deprem haberleri dinleyip, sallanma duygusu hisseder ve uzun süre kapalı alanlara girmek istemez. Sonrasında ise yaşanan bu zorlu sürecin, yaşamın anlam ve önemine yaptığı etkiyle başedebilme sorunu ile başa çıkmaya çalışır.. Yakınlarımızla (anne – baba – çocuk – eş vs. ) yaşadığımız paylaşımlar , anılar ve aniden oluşan kayıpla ilgili gerçeklik, insan bilincini altüst edecek derecede bir duygu durumu ortaya çıkarır. Bu duygu durumu ile başa çıkabilmek o kadar kolay olmamakla beraber ciddi travmalara dahi neden olabilir. Buna psikolojide stres bozukluğu denmektedir. Peki bizler bu stres bozukluğunun üstesinden gelebilirmiyiz ?  bir gözatalım.. Bu gibi olaylarda kafasınızı meşgul edecek yada fiziksel olarak herhangi bir işle uğraşamayacağınız , tükenmişlik duygusunu derinden hissedeceğiniz bir dönemde olmanızdan dolayı kendinizi ne kadar çok  dinlenmeye alırsanız bir  o kadar daha  iyi hissedeceksinizdir.         Keder ve üzüntü tabiki yaşanmalı. Bununla beraber olayın vahametinin farkında olup bu durumu anlamlandırmak ve neden bu kadar yıkıcı yaşadığımızı sorgulayıp sonraki hayatınız için çözümler yaratmak   Onlara bunu,  Allah bizi cezalandırdı diye değilde, (bazı aileler böylede tanımlayabiliyor ) yer kabuğuda oluşan kırılmadan dolayı oluşan doğal bir sarsıntı olduğunu, biz insanların ise bu doğal olay karşısında tedbir alabilmek için neler yapabileceğini ve kendilerini  nasıl geliştirebileceklerini , büyüdüklerinde seçtikleri mesleği en iyi nasıl  yerine getirmeleri gerektiğini anlayabilecekleri bir şekilde anlatabiliriz.             Çalışıyorsanız eğer, elinizden geldiği kadar işinize odaklanmanız , çalışmıyor iseniz kafanızı meşgul              edebileceğimiz işler yaratabiliriz. Örneğin ; kitap okumak gibi. Yapılan araştırmalar, gönüllü işler yapan insanların yapmayanlara göre daha mutlu olma eğiliminde olduğunu doğruluyor. Çoğumuz, bir iyilik yaptıktan sonra sıcak ve yoğun duygular hissediyoruz.         Hayat yakın dostlarımızla güzel. Yine bir araştırma sonuçlarına göre size iyi gelecek yakınınız yada     arkadaşlarınız, beynimizi güçlendirerek  , psikolojik ve fiziksel sağlığınızı da  olumlu etkiler bırakmaktadır. Bu süreçte çocuklarınızı ve kendinizi, depremle ilgili görüntülere maruz kalmakta sınırlayın. Günde 10 kez sosyal medyayı kontrol ediyorsanız 8-5-3-1 şeklinde kademeli olarak azaltın. Bu olay bana ne öğretti. Nelere dikkat etmeliyim? Uzun ve kısa vadede neler yapabilirim önlem almak adına..gibi sorular sorabilirsiniz  kendinize.  Yaşadığınız iyi yada kötü günleri yazıya dökmek duygu boşalımı açısından insan psikolojisine bir çok faydası olduğu bilinmektedir. Kaygılarınızı azaltmanıza, hafızanızın güçlenmesine faydalı olacağı gibi , en önemliside bu zor günlerde duygularınızı çözmeniz ve neler yaşadığınızla ilgili olayları  daha sağlıklı düşünmenize yardımcı olacaktır. Bu süreçte yaşadığınız sorunlar bir aydan fazla devam ediyorsa ve zaman geçtikte kendinizi daha da kötü hissediyorsanız  (deprem anında yaşanan görüntüler sürekli  gözünüzün önüne gelmeye devam ediyorsa ) profesyonel  destek almanız çok daha iyi olacaktır.  Bu destek alma konusunun güçsüz olmanızla ilgisinin olmadığını, tam aksine büyük bir olay yaşadığınızı ve ciddi kayıplarınızın olduğunu göz önünde bulundurabilirsiniz. Güçlülük göstergenizi, bu olayın sorumluluğunu alarak, ne gerekiyorsa bu konuda imkanlar dahilinde gösterebilirsiniz. Özet olarak deprem , insanı mal ve can unsurunda  tehdit eden çok önemli bir unutulmamış ,unutkanlığımızdır. Ciddi derecede psikolojik , hayata intibak (uyum ) ve performans problemleri yaratmaktadır. Deprem ülkesi olduğumuz bilincine varıp ,insanlarımızın bilinçlendirilmesi, fiziksel ve psikolojik olarak önce kendinize ve sonrasında  yakınlarınıza, yardım konusunda eğitilmeleri ve profesyonel destek olanaklarının artırılmasına destek olmak , toplum sağlığı açısından, en az yapıların imarı kadar önemlidir…. YASEMİN KILGI 21 MART 2023 SALI

Daha Fazla »

Potansiyel

Potansiyel kelimesi, gizli kalmış, henüz açığa çıkmamış, kullanmaya hazır güç, yetenek demek sözlük anlamıyla. Büyük işler yapmaya başlamadan hemen önceki anda sahip olduğumuz, harekete geçirmediğimiz güç. Doğru ve zamanında kullanılırsa, farklı alanlarda harikalar yaratabileceğimiz bu güç her insanda mevcut aslında. Ancak bazen sahip olduğumuz potansiyeli çeşitli ve kendimize göre haklı nedenlerle kullanmayız, kullanmak istemeyiz.  Her zaman bahanelerimiz vardır.  Fırsat bulamayız.  Bazen nasıl olduğunu anlayamadığımız bir şekilde, ortaya çıkacak olduğu varsayılan faydayı ölçüp, potansiyelimizi kullanmaya değer bir durum olmadığını söyleriz kendimize, içten içe. Sonra, potansiyelini kullanabilen azınlığın, her anlamda farklılaştığını, geliştiğini, yükseldiğini ve zenginleştiğini görürüz.  Bu durumu, bizde olmayan, göreceli olarak kötü sayılabilecek, yağcılık, adam kayırma, şans gibi faktörlere bağlama hali başlar. Potansiyelimizi kullansak da bu avantajlara sahip olmadığımız için bizdeki potansiyelin işe yaramayacağını düşünürüz.  Tüm bu düşüncelerimizde kısmen haklı olabiliriz.  Ama esas mesele, potansiyeli kullanmak üzere aksiyon almamamızın sebebinin bunlar olmamasıdır. Mesela olduğunu varsaydığımız potansiyele inanmıyor olabiliriz, potansiyeli kullanıp başarısız olmaktan korkuyor olabiliriz, şikâyet etsek de olmak istemediğimiz bu mevcut durum, hareket etmemizi gerektirecek kadar rahatsızlık vermiyor olabilir bize. Mevcut durum, güvenlidir, yeni şeyler öğrenmek gerekmez, meydan okuma yoktur, kaybetmek yoktur, sınırları zorlamak ve çatışma yoktur.  Yetinebilenler için güzel bir yerdir yani. Yıllar geçtikçe geldiğimiz yere bakar ve nerde olduğumuz anlamak için, kendimizi başkaları ile karşılaştırırız. Öğretiler ve inançlar böyle bir karşılaştırmayı yapmamamızı veya kendimizden kötü durumda olanlarla yapmamızı öğütler, ama biz yine de karşılaştırırız. Bazen bu öğüde uyar “olsun buna da şükür “deriz. Uzun sürmez. Küçücük bir şey olur, karşılaştırma sistemi tekrar çalışmaya başlar ve geçmişi sorgularız. Neden yaptım?  Neden yapmadım?  Nerede hata yaptım? Sonra bu sorularla gelen kendini yıpratma süreci başlar. İşte bu keşke dönemi bir hayli yıpratır insanı. Bu nahoş halin sebebi potansiyeli daha iyi kullanabilirdik ama boşa gitti hissidir.     Tabi ki herkes bu durumu yaşayacak diye bir kural yok, ancak büyük çoğunluk hayatının bir döneminde bu durumla yüzleşir. Bu yüzleşme farkına varabilen için oldukça verimli ve üretken bir sürecin başlangıcı olabilir.  80 yaşında üniversite bitirenler, birdenbire çok iyi kazandığı işini bırakıp aşkla yapacağı işler bulanlar bu durumu anlatan güzel örneklerdir.  Kimi insanlar bu değişimi kendi başına gerçekleştirme yeteneğine sahiptirler.  Kimileri yaşadıkları bir travma sonucu değiştirirler. Kimileri de karar verdikten sonra arkadaşlarından, yakınlarından bazen de profesyonellerden destek alırlar.   Hangi yöntem ile olursa olsun potansiyeli iyi değerlendirdiğini bilmek insana iyi gelir. Öner OKLAN Koç-Eğitmen / 01.03.2022

Daha Fazla »

Yeni Dünya ve Koçluk

Son zamanlarda, teknolojinin de katkısıyla, bilgi alışverişinin ve dönüşümün giderek hızlandığı birdönemden geçmekteyiz. Zaman, gözle görülebilir şekilde, daha hızlı akıyor. Tüm platformlarda konuşulurve tartışılır hale gelen dijital dönüşüm, yapay zeka ve robotlar, meta verse, sanayi 5.0 gibi pek çokkavram hızlı bir şekilde tarihin akışına etki etmeye başlamış durumda. Öte yandan, artan göç dalgaları,pandemi, biyolojik savaş, siber savaş ve iklim değişikliği gibi tehditler kırılganlığı arttırmaya; ekonomik vesiyasi dalgalanmalar istikrarsızlığa yol açmakta. Bu şartlar altında, insanlar, çalışanlar, işverenler,organizasyonlar, kontrolleri dışında olumlu ve olumsuz değişkenlerle dolu bir dünyada sürdürülebilir birgelecek inşa etmeye çabalamakta. Bu kırılgan ve belirsizliklerle dolu dünyada, hayatı yönetmek, başarılıve istikrarlı olarak devam edebilmek ve olumsuzlukları avantajlara çevirme becerisi geliştirmek çokönemli. Kişilerin psikolojik dayanıklılık, duygusal çeviklik ve zihinsel esneklik beceri seviyeleri bu değişimene kadar ayak uydurabileceğini göstermekte.Kişiler sürdürülebilir mutluluk hali beklentisinde. İş hayatında bu bireyler, iş yaşam dengesinisağlayabildiği anlam bulabildiği iş tatmini yaşadıkları işlerde çalışmak isteğindeler. Organizasyonlarınhedefi ise, az çıktı ile, fazla girdi elde etmek ve sürdürülebilir yüksek performans gösteren ve kurumlarınabağlı çalışanlara sahip olmak. Tüm buna ek olarak, organizasyonlar, güçlü liderlerin önderliğinde, kendikendini motive eden çalışanların bulunduğu yüksek performanslı takımlar ile VUCA dünyasındasürdürülebilir başarıda örgütler yaratmak istemekte. Bu nedenle, organizasyonlar, çalışanların tatmininidış motive kaynaklarına ihtiyaç duymadan sağlamak ve yüksek performans takımları oluşturmak için yeniyaratıcı yollar aramakta. Tüm bu artan beklenti ve ihtiyacı tek başına karşılamak ve çözüm bulmak, hızlaakan hayatın içerisinde hem iş insanları hem organizasyonlar için oldukça karmaşık bir hal almışdurumda.Pandemi ile birlikte çalışanların mevcut iş yapış şekli ve çalışma sisteminin değişiminin ardından,bazı organizasyonlar başarılı bir şekilde süreci yönetirken, bazıları ise önce izleyici olarak kalıp başarılıolan stratejileri örnek almayı tercih etmekte. Bu süreçlerin ardından, doğal olarak, iş hayatına etkilerinihenüz hissetmeye başladığımız bazı akımlar doğmuş durumda. Bunlardan birisi de ‘YOLO’ (You OnlyLive Once), Yani ‘sadece bir kez yaşıyorsun!’ Pandemi sürecinde tasarruf yapmış ve tükenmişliksendromuna girmiş bazı çalışanlar istikrarlı işlerini bırakıyor. YOLO insanlarının ‘her şeyi bırakıp gitme’hayali kuranlardan farkı ise, işlerini yapmaya devam etmeyi istemeleri ve sadece y , z jenerasyonları değile her yaş grubundan olmaları. Bu akım, kendilerine ait olmayan işlerde çalışanların ‘başarı’ için ödedikleribedeli fark edip hayat çizgilerini radikal bir şekilde değiştirmelerini temsil ediyor. Pandemi henüzbitmedi ve milyonlarca kişi hala işten çıkartılıyor. Tabi ki herkes rüzgara karşı yürümeyi göze alamaz.Ancak finansal destekleri ve talep edilen becerilere sahip artan sayıda çalışanlar, geçmişin korku vekaygısı, yerini yeni bir tür profesyonel korkusuzluğa bırakıyor.Bu korkusuzluk nereden geliyor?Bunun akımın oluşmasının altında yatan pek çok neden var. Pandemide büyük pencereden hayatımızabakma fırsatımız oldu. Bu bakış farkındalıklar yaşatmış olabilir. İşinizi seviyorsunuz ama size dayatılan ‘işyapma şekline’ inanmıyorsunuz, çalıştığınız yerle aynı değerleri paylaşmıyorsunuz veya farklı bir yaşamamacı arıyorsunuz… Çalışmaya, üretmeye devam etmek isteniyor ancak bunun altında iş yaşamdengesini sağlayarak, kendi sınırları, değerleri, öncelikleri ve ritmi ile çalışama isteği de yatıyor. Unvanve iyi bir maaşın güvencesine karşın, anlam bulduğumuz, değerlerimiz ve yaşam amaçlarımız ile örtüşenbir iş yaşamımızda sürdürülebilir mutluluk ve memnuniyet halimize daha çok katkı sağlayabilir sanki değilmi?Çünkü sadece bir kez yaşıyoruz!Microsoft’un bu yıl yaptığı bir araştırmaya göre ABD’de beyaz yakalıların %40’ı mevcut işlerindenayrılmayı düşünüyor. YOLO’cuların yetenekli çalışanlardan ve uzmanlardan oluşması ise kurumlaraçısından kırmızı alarm olarak görülüyor. Hatta geçtiğimiz ay NY Times’ın bu konuda bir analiz yaptı vemakale yayınladı.Peki, bundan sonra değişimi yönetmek için bu süreçte organizasyonlar ve liderler neler yapabilir?Organizasyonlar ve liderler sürdürülebilir yüksek performans, çalışan tatmin, aidiyeti ve bağlılığınısağlamak için farklı bir sisteme, yeni bir örgüt kültürüne ihtiyaç duymakta. Dolayısıyla koçluğun rolü bunoktada devreye girmekte. Artan beklentileri ve değişimi yönetmek için koçluğa olan ihtiyaç artmışdurumda. 2021 yılında yayınlamış olduğum ‘Yönetsel koçluk davranışının, çalışan performansınaetkisinde, çalışan tatmininin aracı etkisi konulu tezimde, orta ve büyük ölçekli şirketler üzerin yapılanaraştırmanın sonucunda iş yerlerinde sadece yönetsel koçluk davranışlarının kullanılması çalışanların iştatminini %42,4 artırdığını ortaya koymaktadır. Buda çok önemli bir durumu işaret etmekte.Organizasyonlar gelişim ve değişim yolculuğuna çıkarak, yeni bir örgüt kültürü yaratmaya kararverdiklerinde, koçluk ile evrilebilir, iş yapış şekillerini dönüştürebilirler. İş dünyasında, kurumların veliderlerin becerilerinin artmasına etkileri ile koçluğun, sadece bir profesyonel yöntemler seti değil, aynızamanda benzersiz bir performans arttırma ve çalışan tatmini, bağlılığı ve aidiyeti sağlama yöntemiolarak yer alır.Ayrıca zincirleme bir reaksiyon olarak, yönetsel koçluk davranışı sergileyen liderler, çalışanlara birgelişim fırsatı sunarak, farklı açıdan bakmaya, her problemin içindeki yaratıcı çözümü görmeye, engellerisıçrama tahtaları olarak görmelerini sağlamaktadır. Bunlar kişisel yaşamlarına da entegre etmeyeyardımcı olmaktadır. Yönetsel koçluk, karşılaşılan zorlukları ve engelleri o amaca ulaşmak için üstesindengelinmesi gereken bir süreç olarak göstererek, çalışanların, doğal bir akışta kendi çözümlerinikendilerinin yaratmasına olanak tanımaktadır. Ek olarak yönetimsel sürecin iyileşmesi, çalışanlara,kendini kendilerini motive edebilme becerisi kazandırır. Koçluk uygulamaları ile bireyler kendimotivasyon araçlarını keşfederler. Çalışanlar işlerini sahiplenir ve çıktı kalitesinde artış meydana gelir.Daha fazla işbirlikçi yaklaşım nedeni ile memnuniyetin artması işteki atmosferi olumlu yönde değiştirir.Çalışanlara olan güvenin artması yeni farklı sorumlulukların verilmesine olanak sağlar. Çalışanların, işortamını etkileyebilecek kişisel problemlerinin çözülmesi sağlanmaktadır ve iş ortamını olumsuzetkilenmesi önlenmektedir. Bu yönleri ile, çalışanların performansını ve iş tatminin etkili bir biçimdearttırabilmekte ve dolayısı ile dengeli ve mutlu bir çalışma hayatı çalışanların aidiyetini ve bağlılığınıarttırmaktadır. Yani sonuç olarak, organizasyonların sürdürülebilir başarısı için de çok önemli olankaynaklarımızdan çalışanlarımızı, ‘VUCA’ dünyasının kaygan zemininde, aniden gelen bir dalga nedeni ilekaybetmemiş oluruz. Pınar EZİCİ Koç-Eğitmen / 01.03.2022

Daha Fazla »
text-pin-code-computer

İnsanın PİN Kodu; Öz Değer

2022 yılına girmeden hemen önce bu yılı Öz değer yılı ilan etmiştim. Bedenimle, ruhumla, hissettiklerimle daha fazla temas edecek kendimi nöbetçi kulübesinden izleyen bir asker gibi sessizce izleyecektim. Bu değişim demekti. Değişim bazen dıştan -içe bazen de içten-dışa bir adımla başlardı. Değişim söylemesi  dile kolaydı da peki ya yapması o kadar kolay mıydı? “Görüşünüz yalnızca kalpten bakabildiğinizde berraklaşır; Dışarı bakanlar düş kurar, içe bakanlar uyanış yaşar der usta Carl Gustav Jung. Yolculuğum yıllar öncesinde başlamıştı. Şimdi ise karşıma çıkan iz sürmem gereken kavram Öz değerdi. Öz değer ne demekti, niçin önemliydi ve niçin  önemli bir istasyondu? Öz değeri alan yazına kazandıran  psikolog Nathansel Brander şöyle tanımlıyor: Kişinin, kendini yaşama değer görmesi ve mutlu olduğu bir yaşam için kendi aklına , becerilerine güvenmesiydi. Öz değer içinde özsaygı, öz yeterlilik, hayatı yaşama uygun görmek ve gerçek kendilik barındırıyor. Toplumumuzda değersizlik ve yetersizlik şemalarının yaygın olduğu düşünülürse konunun temelleri erken çocukluk dönemine kadar gider. Yaşamımda bana bakım verenler kendiyle ve benimle nasıl ilişki kurduysa bende dünyayı kendi değerimi ona göre belirlemeyi öğreniyorum Örneğin eve akşam misafir gelecek. Telaşlı bir hazırlık var. Sende çocuk aklınla her zamanki gibi oyun oynuyorsun. Ebeveynlerinden biri çıkıp “ayak altında dolaşma çekil şuradan misafir gelecek “derse  ne hissedersin? Suçluluk, değersizlik hissedersin tabi ki. Bunun gibi katı kuralları olan, yargılanan, hataya tolerans gösterilmemiş, başarılı olursa sevilmiş bir  ailede çocuk olmuşsanız  sizde değersizlik şemasından  nasibinizi almışsınız demektir. Peki şimdi ne yapacağız? Annemi babamı mı suçlayacağım o da kendi anne-babasını mı suçlasın. Bu iş Hz Ademe kadar gider. Sonu gelmez. “Girmeye korktuğun mağara umduğun hazineyi saklıyor olabilir” der “Kahramanın sonsuz yolcusu” kitabında Joseph Campbel. Yapılacak ilk iş kendi  mağarana girmek ,yüzleşmek, geçmişten payını almak günümüzün sorumluluğuyla kendini yeniden doğurmaktır. Yaşamın, seçtiğin kendiliğinin  sorumluluğunu almaktır. Kendini bilmek, değerlerini fark etmek, yaşamda bir amaç bulmaktır. Kahramanın sonsuz yolculuğunda amaç bir yere varmak değildir ki. Yoldan  yolculuktan keyif almaktır. Ayak parmaklarımdan saçımın  teline kadar yalnızca var olduğun için kendini sevmektir. Öz değer yaşamın pin kodudur. Sevdiğin  iş, istediğim kariyer, aşk ,sağlık, bereket ,zenginlik, sağlık, huzur sana gelsin istiyorsan öz değer alanına bir bak derim. ”Yaşamın anlamı yaşamın bana yönelttiği sorudadır ya da tam tersi ben kendim dünyaya yöneltilen bir soruyum ve yanıtı mı ona söylemezsem onun verdiği yanıta bağlı kalmak zorunda kalırım” diyor Jung. Peki şimdi sen öz değerle ilgili ne yapacaksın? Yoksa yaşamın verdiği yanıta bağlı mı kalacaksın?       Sevgiyle kalın…. Zeynep ÖZÇELİK Koç-Eğitmen / 22.02.2022

Daha Fazla »

Kayıp…

İçinde bir boşluk var ise o zaman sende bir şey kayıp! Bu kaybı nerende hissediyorsun? Bedeninde mi, aklında mı yoksa ruhunda mı? Bana bu kaybın büyüklüğünü ve sana ne hissettirdiğini anlatabilir misin? ……………………………………. Viktor Frankl, insanın anlam arayışı kitabında ‘’özgürlük ve sorumluluk ikiz kız kardeşlerdir’’ der. Ben özgürüm diyebilmek için aldığın özgür kararların, sorumluluğunu da alabiliyor olmalısın demek istiyor olabilir mi? Peki içindeki boşluğun, aradığın anlam ile bir alakası olabilir mi? O zaman bu boşluk aldığın kararlardan biri sebebiyle ise buna hangi kararın sebep olmuş olabilir? ……………………………………. Bakın kitapta nasıl tanımlanmış ‘boşluk’; ‘’Varoluşsal boşluk; insanın anlam arayışının da engellenmesi anlamındadır. Kişi arayışında eğer ki engellenirse anlam arayışı sonuçsuz kalır.  Böylece bir varoluşsal boşlukla karşı karşıya kalır. Boşluğun ortaya çıktığı bir diğer durum ise kişinin hayat karşısında tam olarak bir tatmin yaşamadığı durumlarda ortaya çıkar. Eğer ki kişi tam olarak tatmin olmadığını hissediyorsa hayata ve yaşama yönelik bir boşluk duygusu da ortaya çıkar. Varoluşsal boşluğun en temel ortaya çıkış şekli ise can sıkıntısıdır. ‘’ ……………………………………. Eğer tatmin olmadığın bir durum var ise o zaman aldığın kararın değişmesi gerekiyor demektir, vücudun zaten bu tatminsizlik duygusu ile ‘bu karar sana göre değil’ demektedir. O sesi duymazsan ya da duymamazlıktan gelirsen işte bu sefer ruhun sana, içinde açtığı boşluk ile cevap verir. Tatmin isen zaten hem vücudun hem aklın hem de ruhunla hayat amacına uygun bir yaşam sürüyorsun demektir. Bedenini ve ruhunu dinle, acına, tatminsizlik hissine kulak ver, bütün cevaplar orada…. Doğru kararlarla ve tam olma haliyle geçen bir hayatı deneyimlediğin zaman ne oluyor biliyor musun? O amacı elde etmek ya da o amaç için çabalamak sana zor gelmez, çünkü her şey akıştadır ve her şey kolaylıkla oluvermektedir. Nasıl olacağını da bilirsiniz, nereden başlayacağınızı da… Bazen önüne engeller de çıksa mühim değil çünkü, Yaşamak için bir nedeni olan kişi, hemen her ‘nasıl’a dayanabilir… Suat YAŞAR DİKKAYA Koç-Eğitmen / 28.02.2022

Daha Fazla »

Yaşamımızı Daha Kaliteli Hale Getirmek…

Modern yaşam tarzlarımızın beynimize ve bedenimize iyi gelmediğine şüphe yok. 7/24 kapımıza gelen restoran yemekleri, hem iç hem de dışımızdaki gürültü ve dijital ekranlar, çoğunlukla masa başında geçirilen 45 saati aşan çalışma haftaları, her yerde hava, ses ve ışık kirliliği ve gıdalarımızda, kıyafetlerimizde ve vücudumuzda bilinen toksinler ve etrafımızı saran elektromanyetik dalgalar. Yaşam ortamlarımızın ve sağlığımızın bozulmasına şaşmamalıyız. Buna ölümcül bir pandemi ve onunla birlikte gelen stres ve endişeyi ekleyin. ABD halkının yaşam beklentisinde İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük bir yıllık düşüşü görüldü. İstatistikler akıl sağlığının ABD’de tüm zamanların en düşük seviyesine ulaştığını gösterirken, dünya çapında depresyon, anksiyete, uyuşturucu kullanımı ve diğer zihinsel bozukluklar rekor seviyelerde. Bizim ülkemizde de durum iç açıcı değil. Sokakta, İş yerinde, markette, toplu taşımada insan davranışlarını ve iletişim becerilerine odaklandığınızda bir geriye gidişe şahit olacaksınız. Ne yazık ki, pandeminin seyri yaşam biçimlerimizde, davranışlarımızda veya çalışma ortamlarımızda kontrol edemediğimiz olumsuz birçok duruma sebep oldu. Ancak, zihinsel sağlığımız ve mutluluğumuz üzerinde olumlu etkiye sahip olmanın birçok yolu var. Oldukça basit ve büyük finansal kaynak ayırmanıza gerek yok. Yaşam tarzı alışkanlıklarımız – her gün yaptığımız küçük şeyler – sağlığımız ve mutluluğumuz üzerinde büyük bir etkiye sahip olabilir. Bilim, ruh sağlığı ve mutluluğu oluşturan bileşenleri anlamada uzun bir yol kat etti. Artık hayatınızda her gün yaptığınız şeylerin zihinsel sağlığınızı büyük ölçüde etkilediği biliniyor. Ne yazık ki, depresyonu iyileştiren veya mutluluğu garanti eden tek bir alışkanlık yoktur. Ancak bilim, zihinsel güç oluşturmak ve daha mutlu ve sağlıklı bir beyni teşvik etmek için yapabileceğimiz şeyler olduğunu kanıtladı. Diyet, egzersiz, uyku, stresle başa çıkma uygulamaları, sosyal etkileşim ve zihinsel uyarım dahil olmak üzere yaşam tarzı alışkanlıklarınızı bilinçli olarak seçmeyi gerektirir. DAHA ÇOK GÜL Gülmek beyninizin endorfin salgılamasına neden olur. Endorfinleri harekete geçirmek için içini sallayan, kahkahalarla dolu büyük bir kahkaha gerekir. Sizi nelerin kahkahalarla güldürdüğünü bulun ve her gün gülmeye çalışın. DAHA FAZLA UYUYUN Görünüşünüzden sağlığınıza, ilişkilerinizden profesyonel hayatınızdaki başarıya kadar hayatınızın her yönü uykudan etkilenir, ancak en çok beyninizi etkilenir. Beyninizin tüm elektriksel ve kimyasal sistemleri uykunuzdan veya uykunuzun olmamasından etkilenir. DAHA FAZLA DİNLENMENİZE İZİN VERİN İnsan hayatı, güneş ve doğa ile uyum içinde, daha yavaş bir tempoda hareket ederdi. Atalarımızın toplumlarında, avcılık, yiyecek toplama ve diğer yaşam gereksinimlerini karşılama, günde ancak birkaç saatlerini tüketirdi. Bu, bir kişinin beyninin ve vücudunun rahatlaması, sosyalleşmesi veya dinlenme durumunda olması için yeterince boş zaman bırakırdı. Şimdi ise durum hiç böyle değil. Beynimizin doğal ritmini korumak ve çalışmanın bir parçası olarak beyin kırılmalarını görmek bizi daha üretken, yaratıcı ve yenilikçi yapabilir. DAHA FAZLA OKUYUN İster ders kitaplarını ister en çok satanları veya istersen eline geçen herhengi bir kitabı oku. Çevirdiğiniz her sayfada beyninizi çalıştırıyorsunuz. ŞÜKRAN & ŞÜKÜR UYGULAMASI Araştırmalar, zihinsel ve fiziksel sağlık için şükran & şükür uygulamasının birçok önemli faydasını kanıtlamıştır. Araştırmalar, bilinçli bir şekilde şükran duymanın ve şükretmenin mutluluk seviyelerini ortalama yüzde 25 artırabileceğini ve örneğin uyku miktarını ve kalitesini artırarak genel sağlığınızı iyileştirebileceğini gösteriyor. DAHA FAZLA YÜRÜYÜN Egzersiz beyniniz için en iyi şeylerden biridir. Hatta bazı bilim adamları beyninizin asıl amacının vücudunuzu hareket ettirmek olduğuna inanıyor. Sadece 30 dakikalık bir yürüyüş beyniniz üzerinde olumlu bir etki yaratabilir. DAHA AZ YİYİN VEYA ARALIKLI ORUÇ TUTMAYI DENEYİN Son yıllarda bilim adamları, uzun süreli kalori kısıtlaması ve aralıklı oruç tutmanın bir dizi fiziksel ve zihinsel sağlık yararı sağladığını keşfettiler. Araştırmalar, kalori kısıtlaması ve oruç tutmanın ömrü iyileştirebileceğini, ağırlığı azaltabileceğini, kan şekeri kontrolünü artırabileceğini, yaşlanmayı yavaşlatabileceğini, kalp hastalığı ve kanser insidansını azaltabileceğini ve uyku, Parkinson, Alzheimer ve birçok zihinsel sağlık durumunu olumlu yönde etkileyebileceğini gösteriyor. DAHA FAZLA GÜNEŞ IŞIĞI ALIN / D VİTAMİNİ & HORMONU Bahse girerim güneş ışığı, ruh hali ve zihinsel sağlık arasında bir bağlantı olduğunu söylemek için istatistiklere ihtiyacınız yoktur. Araştırmalar, beyninizin güneşli günlerde iyi hissettiren nörotransmiter serotoninden daha fazlasını ürettiğini gösteriyor. Serotonin daha iyi bir ruh hali ile ilişkilidir ve sakin ve odaklanmış hissetmenize yardımcı olur. Güneş ışığı ayrıca D vitamini üretiminizi de belirler. Bugün dünya nüfusunun yüzde 50’sinin yeterince güneş ışığı alamadığı tahmin ediliyor. Güneş ışığı ve D vitamini, depresyon, uyku ve bağışıklık sisteminizle bağlantılıdır. DOĞADA DAHA FAZLA ZAMAN HARCAYIN Beyninin N vitamini diye adlandırılan doğaya ihtiyacı var. “N” Nature kelimesinin baş harfi. Modern araştırmalar, çoğumuzun başından beri bildiği şeyi, doğada olmanın beyne faydaları olduğunu gösteriyor. Doğayla sadece bir saatlik etkileşimden sonra, hafıza ve dikkat süresi %20 arttı. Bu nedenle, güçlü ve sağlıklı bir yaşam için dışarı çıkın ve güneş ışığında yürüyüş yapın. SEN NE İSTERSEN ONU YAP ! Yukarıda anlatılan yönletemlerin dışında kendine özgü bir seçenek oluşturabilirsin. Bir hobiyi, ritüeli veya uygulamayı ( yoga, pilates vb ) hayatına entegre edebilirsin. Seni mutlu edecek şeyleri araştır ve bul… Hilmi ÖZDEMİR Koç-Eğitmen / 28.02.2022

Daha Fazla »

Duyduğun Ses Omzunda Değil Belki De Kafanın İçindedir!

Sık sık yapman ya da yapmaman gerekeni kulağına fısıldayan bir sesin var mı? Belki de omzunda değil kafanın içindedir, oradan konuşuyordur. Bazen aşağılar, yargılar, felaket tellalı gibi konuşur, her şeyin geç olduğunu, hiçbir şeyin değişmeyeceğini, komplo teorisiyle uygular. Ama, keşke, gibi kelimeleri çok sever. Emirler yağdırabilir, seni çok çaresiz, mecbur hissettirebilir. Olduğun yere zımbalayıp, seni yere çakacak sızlanmalar yapar. Atacağın her adımda kimseye ve hiçbir şeye güvenmemen gerektiğini anlatır durur. Hatta bunun yanında seni şaşırtmaktan da alıkoymaz. Hayaller kurdurur yüksek motivasyonla, sonra da duvara toslatır son hızla. Tüm bu konuşmaları kendine ait sanırsın, inanırsın ve ne kadar da aciz ve küçük olduğunu kabullenirsin. Güzel insan o ses sen değilsin, anlatılanlar doğru değil. Sabote ediliyorsun. O ses çocukluğundan bu yana gelen öğrenilmişliğini genelleyen, sana sınırlar çizen güya seni koruyan iç sesin hatta egon. 3 yaşından beri çevremizden aldığımız tepkilere göre iyiyi-kötüyü, doğruyu-yanlışı, etiketlerimizi hatta hangi duruma karşı hangi duyguyu hissetmemiz gerektiğini zihnimize kodlarız. Bize yakıştırılan kötü etiketleri zaman içerisinde benimsemiş ve kendimiz hakkındaki bu kötü düşüncelerin aslında dış sesler olduğunu unutarak kendimizi sabote edebiliriz. Sen sakarsın, sen yapamazsın, sen başaramazsın gibi olumsuz içselleştirdiğimiz ses sayarak kuralcı ve suçlayıcı ailelere sahip bireylerde bu tür özgüven eksikliğine yol açan durumlara daha çok rastlandığını görebiliriz. Mesela misafirliktesiniz ve çocuk koşup duruyor, aslında çocuk olduğu için çocukluğunu yaşayan bir küçük düşünün. Vazoya çarpıp yere düşürdüğünde, ebeveyn bu durumun hiç hoş olmadığını ve daha dikkatli olmaz ise kendisini de yaralayabileceğini izah ederse olayı durumsal ve öğretici olarak ele alan bir duruş sergiler. Ama durumu değil de genellikle çıkan sonuç doğrultusunda çocuğunu suçlayan ve çocuğunun kişiliğine doğrudan saldırıda bulunursa olumsuz etkiler. Çocuk ömür boyu sakar, dikkatsiz, işe yaramaz olduğunu düşünür. Belki çocukken bu tür durumlara maruz kalmış olabilirsiniz. İçinizdeki sabotajcıyı ve kendinizi keşfetmenizi sağlayan bir yolculuğa çıkmak ister misiniz? Kendi öz değerlerini keşfedip, kendini severek, hak ettiğin saygıyı kendine duyarak arzu ettiğin yola çıkabilirsin. Eğer biraz farkında biraz da uyanık olursan; gerçekte hangi sesin sana ait olduğunu bilerek hareket eder, kendini sabote etmezsin. O iç ses yerine kendi kendine fısılda güzel insan, güzel şeyler olsun biraz da gerçekçi. Kendini motive et güzel davran her haline, farklı bakış açıları kazan,  yeniden deneyimle ve SEN OL bu hayatta… ŞEMSİ YAŞAR Koç-Eğitmen / 29.01.2022

Daha Fazla »

Pin Gelişim Tiyatrosu

Eksik bir şey mi var hayatımda? Gökyüzü bazen ciğerime dokunuyor… Her şey tam gibi ama hiçbir şey yok gibi… Benim için eksik olan ne? Kendimizde ve çevremizde bizi tatmin etmeyen şey ne? Adana Büyükşehir Belediye tiyatro oyuncularının, Eğitmen ve Girişimci Caner PALANDÖKENLER ile hazırladığı bu performansın içinde ‘’ Hayatın eksik bıraktığı insanların yaşam hikayeleri ’’ var. Evde ve sokakta ki emekli ama yalnız Murat Amca, ders başarısını hayat başarısı sanan ve gece gündüz çalışan fakat hayatı karamsar geçen Öğrenci Fırat; bir kahve almak için en ucuzunu bulmak amacıyla beş farklı market gezen Seval Teyze, parayı bulmuş ama huzuru bulamamış Ahmet Abi… Konuşmuş ama dinlenmediği için artık konuşmayı bırakıp susmayı tercih etmiş evli Sevilay, hiçbir şeyin yetmediğini düşünen yetersizlik çukurunda kendini bulmuş Soner, anne babası boşanmış ama sevgiyi ona alınan hediyelerle yaşayan Canan… Bana ‘’ Güçlü ol dediler ama mutlu ol demediler.’’ diyen senin hayatın, benim hayatım… Peki gerçekten eksik olan ne? Hayatın içindeki olayları masal tadında anlatımla ve canlı müzik eşliğinde kah gülerek kah üzülerek izleyeceğiniz bir tiyatro yaratmak istedik. İki perdeden oluşan performansımızda; Adananın tanınan Stand-Up ve Tiyatro Sanatçısı Ergün ÖZFIRINCI, samimiyeti ve yeteneği ile duygularımızın yerini değiştiren Tiyatro Sanatçısı Orhan KUŞÇU bu performansta bizimle olacak. Tabi ki çok değerli diğer tiyatro oyuncularımız da bize değer kazandıracak. Canlı müzik eşliğinde bizi duygulandıracak ve eğlendirecek olan Esat DİLSİZOĞLU ve ekibi tiyatromuza neşe katacak. Hikaye Anlatıcısı, Eğitmen ve Tedx Konuşmacısı Caner PALANDÖKENLER ise eksik olanı samimi ama düşündürücü şekilde bizlerle paylaşacak. Geleceğine bugün yeni bir başlangıç yaratmak istersen bekleriz. Belki de kuşlarla beraber bir hayal çizeriz. Olmaz mı ? Dostlarınız Pin Not : Biletler Biletinoda

Daha Fazla »

Denizbank CEF Gelişim Tiyatrosu ile…

Üç yakın arkadaş toplanıyor ve hayallerini bir projede birleştiriyor. Gelişime sanat ve müzik ekliyor. Türkiye de ilk gelişim tiyatrosunu kuruyorlar. Denizbank çalışanları CEF ile harika anlar yaşadı. Biraz eğlendiler biraz hüzünlendiler. Gelişim hiç bu kadar eğlenceli olmamıştı..

Daha Fazla »

Anlatacak bir hikayeniz var mı?

Bizim hikayemiz .. Aslında hepimizin hikayesi .. Kendi şirketimiz olan Coworkers Academy’nin  hikayemiz adlı yazısını paylaşmak istiyorum . Kendini ifade eden güçlü hikayeleri paylaşmak ve dünyayı değiştiren bir hareket başlangıcına ortak olacak . Bu yazı size ilham olacak . Hikayemiz : Hikayemiz derken aslında doğru bir soru ile başlamak iyi olacak . Anlatacak bir hikayeniz, hikayemiz var mı? Hikayemiz yoksa, başa dönmeli ve biz en temelde nerede hata yaptık diye düşünmeliyiz, çünkü anlatılacak değerde bir mesel yoksa, durum gerçekten ciddi olmalı… Ve ikinci önemli soru: Yaratmak istediğimiz gelecek için doğru hikayeleri anlatıyor muyuz ? İster kendi gelişiminizi düşünün ister şirketinizin gelişimini eğer doğru değerleri hayatınızda yaşamıyorsanız hikayeniz eksik kalacak ya da siz eksik kalacaksınız . Yani değerleriniz ? kültürünüz ? amacınız ? yeteneğiniz ? karlılığınız ? tutkunuz ? vb gibi bizi biz yapan olguların tamamında sizlere yol gösterici olacağız . Çünkü hikayemiz’in çıkış noktası  kendi değerlerimiz ve hayat amacımızda saklı . ” Paylaşan , iz bırakan , değiştiren , keşfeden , gelişen ”  değerimizi yaşatmak istiyoruz . Bir işi tutku ile yapmak ile para için yapmak arasında ki ayrıntıyı gayet iyi biliyoruz . Bu yüzden tutkumuzu bilimsel gelişmelerle doğru oranda geliştiriyor , her yıl geleceğin en modern eğitim sistemlerini takip ediyor ve uyguluyoruz . Geliştirmek için gelişmiş  olmanın ve sürekli farkındalık yaratmak zorunda olduğumuzun farkındayız . Kimsenin sormadığı soruları önce biz kendimize soruyoruz . Cevaplar yüreğimizde gizli , sizlerle tanıştığımızda bunları açıklamak için can atıyoruz . Kısaca bu sorular nedir diye merak edebilirsiniz … Varlığımız bu dünyanın ( senin )  mutluluğunu her gün nasıl etkiliyor ? Her gün kendi mutluluğumuzu en üst düzeye çıkarmaya çaba gösteriyor muyuz ? Hayatta ki hedefimiz nedir ? Şirketimizin ve hayatımızın ulvi bir amacı var mı ? Hayat boyu devam eden bir öğrenme sürecinde olduğumuzu biliyoruz . Bir şeyi değiştirmek ve yeni keşfedeceğimiz yerlere gitmek için var gücümüz ile çalışmaya devam edeceğiz .  Ralph Waldo Emerson ; ” Geçmişte kalanlar ve ileride yaşanacaklar , içimizde sahip olduğumuz güç ile karşılaştırıldığında çok önemsiz kalır ” der . Bu hikaye burada son bulmuyor aslında başlıyor . Hikayemizi okuduktan sonra hayatınızı eskisi gibi sürdürebilirsiniz . Veya dünyayı daha mutlu ve daha iyi bir yer haline getirmek için yürütülen hareketin bir parçası olmayı seçebilirsiniz. ” Tek bir mumdan binlerce mum yakılabilir ve bu yapıldığı zaman mumun hayatı kısalmaz . Aksine , mutluluk paylaştıkça çoğalır ”

Daha Fazla »