Pin Akademi

İlişkide Çatışmadan Fırsatlara

İlişkide Çatışmadan Fırsatlara “Ben içerideyim, sen dışarıda. Ben karanlıkta kalmışım, güvenli, doymuş, sıcak ama ışıksız. Sen soğuktan buz kesmişsin. Uzun bir yoldan gelmişsin, yoluna taşlar çıkmış ve acıkmışsın.  Ben dışarıda ne olduğunu bilmiyorum. Sen içeride ne ya da  kimin olduğunu. Yolculuğun sonunda bir ev görüyorsun ve bir kapı. Aslında umut bu senin için, ihtiyaçlarını karşılayacağın bir ev olabilir. Korkuyorsun. Kapının eşiğinde oturup bekliyorsun, belki biri kapıyı açar diye. Oysa içerideki kişi, kapının önündeki varlığından habersiz. Sen çalmazsan o kapı açılmayacak belki hiçbir zaman. Büyük bir cesaretle çalıyorsun kapıyı, biraz tedirgin ama umutlu. Kapının ardındaki benim, ben de dışarıdakilerden tedirginim ama belki diyorum güzel, iyi bir şeydir bu. Ürkekçe  ama cesaretle açıyorum kapıyı korkularıma rağmen. Seni görüyorum; üşüyen ellerini, yorgun gözlerini, susamış dudaklarını, tedirginliğini, kabul görmeme korkunu. Gülümsüyorum, yüzündeki sis dağılıyor. Gülümsüyorsun.. Bir adım geri çekiliyorum, başımı eğerek. Seninle birlikte karanlık odama ışık doluyordu. Ben sana temel ihtiyaçlarını sunuyordum, sen bana sevgi, arkadaşlık, aidiyet ihtiyaçlarımı. Hiç konuşmuyoruz ama ben sana aklımla soruyorum. Sen ruhunla cevaplıyorsun. Sen bana aklınla soruyorsun. Ben ruhumla cevaplıyorum. Yıllardır tanışıyor gibi anlaşıyoruz. Öyle dolu, öyle derin ve sessiz. Bir bütün kadar tamamlanmış. “İyi ki geldin” diyorum, “ evim kadar ruhum da aydınlandı, neşe  doldu, huzur buldu.” “İyi ki açtın kapıyı “ diyorsun, “Ne bedenim, ne ruhum daha fazla bu açlığa ve ayaza dayanamazdı donar ölürdü.”  Şimdi bu hikayeye şu açıdan bakmanızı rica edeceğim; Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi piramidi şu şekildedir; fizyolojik ihtiyaçlar, güvenlik ihtiyacı, sevgi/ ait olma ihtiyacı, saygı / değer görme ihtiyacı , kendini gerçekleştirme ihtiyacı. Peki ilişkideki çatışmaların sebeplerini hiç bu açıdan düşündük mü ? Mesela biz, sevdiğimiz biriyle biraz daha zaman geçirmek isterken, belki o da işten yorgun geldi ve önce temel ihtiyaçlarını gidermesi gerekiyor. Ya da bize zaman ayırmadığını düşünüp sitemler ederken, o ise önce güvenlik (iş, mülkiyet, barınma) ihtiyaçları için mecbur kalıyor ise bir şeylere?  Gerçekten bir de onun açısından bakabiliyor muyuz duruma? Yâda olayın dışına çıkıp içinde bulunduğumuz durumu objektif bir şekilde değerlendirebiliyor muyuz ? Şimdi siz değerli okuyucuya sormak istiyorum ; İlişkide bulunduğumuz insanların hangi ihtiyaçlarına cevap veriyoruz yâda veremiyoruz ? Peki onlar bizim hangi ihtiyacımıza cevap veriyor ya da veremiyor ? İlişkide bulunduğumuz kişi ve durumlar bizim hangi değerimizi besliyor ? Bizi bağlayan ortak noktalar neler ? Çatışmalarımız tam olarak nereden kaynaklanıyor ? Bunu değiştirmek için neler yapıyoruz? Pozitif dille gerçek duygularımızı, ricalarımızı ve ihtiyaçlarımızı dile getirebiliyor muyuz ? Doğru iletişim kurabiliyor muyuz ? Bu gibi sorulara cevap verebildiğimiz ve pozitif bir dille bunu karşı tarafa iletebildiğimiz takdirde inanın o ilişkiye daha farklı açıdan bakıp, çatışmaları fırsatlara dönüştürmüş olacağız. O halde doğru iletişimin gücünü keşfetmemiz dileğiyle.Sevgi ve ışıkla kalın. Güldeniz Turaç Öz Profesyonel Koç / Eğitmen31.03.2021

Daha Fazla »

Hayat’ının en önemli sorusu ?

Danışan  : Caner Bey hayatımda hiç bir şey yolunda gitmiyor . Caner : Yolunda gitmeyen şey ne ? Danışan : Bilmiyorum . Sanırım bir çok şeye sahibim ama hiç biri mutlu etmiyor . Genel müdür olmak iyi şeylere sahip olmak ta beni mutlu etmiyor . Caner : Hayatında eksik olan şey ne ? Danışan : Bilmiyorum. Caner : Bilse idin hayatında neler değişirdi ? Danışan : Sanırım çok şey .. Hayatında kendine bir soru sorsa idin bu ne olur du ? Sanırım hayatımızda kendimize çok az soru soruyoruz . Yukarıda ki sohbet gerçek bir hikayedir . Belki de senin hikayene çok benzer bir durum var . Yani hepimizin hayatına benzer bir yanı var . Gerek şirketlerde gerekte şirket dışında verdiğim koçluklar da edindiğim bir tecrübe var . O da sadece krizlerle mücadele ettiğimiz ve temel hayat amacımızdan / şirket amacından uzak durduğumuz . Aşağıda sizlere baı sorular yazacağım . Bu soruları belki çok ça düşündünüz ya da hiç aklınıza gelmedi . Hayat size dile getiremediğiniz yanlızlıkları paylaşmak konusunda cömert davranmaz. Siz kendinize karşı cömert olmak zorundasınız . Sorguluyan  , yargılayan ve emin olam bir kişi/şirket olmak istiyorsanız cevaplar kadar güçlü sorulara önem verin . Yoksa hayat senin içim mış gibi bir hayat olur . Biraz sana ilginç gelecek ama bu soruyu kendine hiç sordun mu ?  ” Ne kadar tuhaf’sınız ? 🙂  ” Kendinizi bir kelime ile tanımlayabilir misiniz ? ”  ” Hayatınızın / şirketinizin bir sloganı olsa idi bu ne olurdu ? ”  ” Hayatında / şirketinizde neyi kötü yaparsın ? Beceremediğin şey ne ? ”  ” Hayatınızda / şirketinizde ki gizli bir tutku olsa idi bu ne olurdu ?  ”  Kendi çevrenizde ki görevinizin ne olacağını düşünüyorsun ?  ” Hayatınızda / şirketinizde ki eksik olan şey nedir ? Hayatınızı ne tatmin hale getirir ? ” Şimdiki tecrübeniz ile beş yıl önce yaşasa idiniz neyi farklı yapardınız ?, Bu ve bu tür soruları çoğaltmak mümkün . Bazen hayat verdiğiniz cevaplardan çok soracağınız sorularda gizlidir . Bu soruları şirket çatısı altında iseniz ya da, aile çatısında iseniz sormanız ve düşünmeniz gerekmektedir . Aksi taktirde mış gibi hayatlar sizi bekler . Dada da kötüsü başkalarının hayatını yaşar onların cevaplarında boğulursunuz . Hayat senin değil başkalarının olur . Şirketiniz var sa batar , batmasa bile mutlu olamazsınız , aileniz varsa yok olur olmasa bile değerli yaşayamazsınız . Kendine bir soru sorsa idin ve bu soruyu cevapladığında hayatın daha olumlu olsaydı bu ne olurdu ?

Daha Fazla »

Sen Kim Değilsin?

Kim Değilsin? Çocukluğumda bir arkadaşımla tartıştığımı hatırlıyorum. Bana kavgalarda kullanılan soruların en klişesini sormuştu; ‘’Sen kimsin?’’ Kavgalarda bu soruya soruyla cevap verilir ya,  bende hemen karşılık olarak; ‘’ Asıl sen kimsin’’ demiştim. Bu saçma sapan tartışma öğretmenin derse girmesiyle son bulmuştu. En saf halimiz doğduğumuz andakidir. Kendimize has bir mizacımız ve yeteneklerimiz vardır. Sonra büyürüz. Büyüdükçe anne ve babamızdan, sosyal çevremizden etkilenerek  şekilleniriz. Bambaşka biri oluruz. İnsan kendinden uzaklaştıkça mutsuzlaşır. Kendi aslımızı unuttuğumuz için mutsuz ve depresif bir hayat yaşarız. Bununla birlikte, kendimizi mutlu hissettiğimiz anlar da kendimiz gibi olabildiğimiz anlardır. Peki kendini nasıl tanıyacaksın? Sen kimsin? Ne için hayattasın? Mücadelen hangi değerler uğruna? Doğruların ve yanlışların aslında kime ait? Ve şimdi tüm bu soruların cevabını nasıl bulacaksın? Savaşçı kitabında şöyle der Doğan Cüceloğlu; ‘’ Anlam arayışınızı ve umutsuzluğunuzu depresyon belirtisi olarak görmek yerine arkadaş olarak görmeye çalışın. Kişinin huzursuzluğu, mutsuzluğu, gerginliği, sıkıntısı, depresyonu onu uyandırmaya çalışan önemli dostlarıdır.’’ Hayatında seni mutsuz eden, sıkıntı veren her ne var ise onun sesine kulak ver, senin değerlerine, özüne uygun olmadıklarını söylüyorlar. Uyanış bunu fark edince başlıyor! Kendini kötü hissetmene sebep olan bu düşünce ne kadar sana ait? ‘Başkaları ne der’ diye mi böyle düşünüyorsun? Ailenden gördüklerini mi uyguluyorsun? ‘’Ben şarkıyı söylemekten yana değilim, ben şarkının kendisi olmaktan yanayım’’ Nükhet Duru’nun ‘Duru Olmak’ belgeselinde söylediği bu söz kim olduğunu bilen bir kadını çok güzel özetliyor. Kendini tanımak istiyorsan, değerlerinin farkında ol! Düşünce ve davranış kalıplarından kurtularak kendini geliştirmeye başla. Gerisi gelecektir. Şimdi kendine zaman ayır, gözlerini kapat ve düşün, ‘’SEN KİM DEĞİLSİN?’’ Suat Yaşar DİKKAYAProfesyonel Koç28.02.2021

Daha Fazla »

Mutluluğu Dağıtmak

Size bugün bir kitaptan bahsedeceğim . Kitap Yirmi dilde beş yüz elli bin kopya olarak basıldı.  Daha bitmedi .  Yüz on ülkede ve üç yüz bin şehirde ilham kaynağı oldu . Kitap’ın ismi ” Mutluluğu dağıtmak , Karı , Tutkuyu ve Amacı Bulmaya Uzanan Bir Yolculuk . Zappos.com’un kurucusu ve Ceo ‘su Tony Hsieh’in yazdığı bu kitabı okumanızı tavsiye ederim . İşim gereği işletmelerde koçluk yapıyorum . Gerek işletme içerisinde yaşayan eğitim akademisi kuruyor gerek te üst yönetimlere niş eğitimler veriyorum . Burada en çok karşılaştığım sorunlardan birisi kurum içi kültürün oluşması ve kurum da mutlu olmayı tam olarak becerilememesi . İş te  u nedenle bu önerdiğim kitap tam da bu konuya temas etmiş . Kitap 2011 yılında New York TIMES En İyiler Listesinde 1. sırada yer almasının kanıtı da bu söylediklerim olmuş : ŞİRKET KÜLTÜRÜNE ÖNCELİKLİ OLARAK ODAKLANILMASI , EĞER İŞ TE SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR BAŞARI İSTİYORSANIZ MUTLULUK BİRİMİNE ÖNCELİK VERİLMESİ . !!! Ne kadar açık ve ne kadar net değil mi ? Peki sizin kurum kültürünüzü oluşturan temel değerleriniz neler  ? Var mı ? Bu değerleri web sitenizi yapan kişiler mi belirledi yoksa bir amaç dahilinde sizler mi hazırladınız ? Bu değeler ve kültürü siz uyguluyor ve çalışanlarınız biliyor mu ? Ben bu soruların devamını pek tabiki getirebilirim ama size açık söyleyim çok az bir grup /şirket bu sorulara evet diyor . Gelin MUTLULUĞU DAĞITMAK KİTABINA tekrar dönelim  .. Bu haraketin kendine özgü ve çarpıcı öz değerleri var .. Tutku ve anlamla yaşa ve kendine karşı dürüst ol. ( tutku ve dürüstlük değeri ). Uyum içerisinde düşün, söyle ve yap. ( takım olmak ve birliktelik değeri ) Dürüstlük ve saygı çerçevesinde iletişim kur. ( saygı ) Eğlen , iham ver , ilham al.( Eğlen ) Alçakgönüllü ve minnettar ol. Anlamlı ilişkiler inşa et. Sosyal ol  ( sosyallik ) Zihnini ve kalbini açık ve birbirine bağlı tut. Macgyver & Bruce Lee gibi ol. Az ile daha fazlasını yap, yaratıcı ve maceraperest ol, su gibi akışkan ol. ( yaratıcı ve maceraperst )ZAPPOS ‘un bu değerlerinin altında yatan önemli bir durum  var . MUTLU ÇALIŞAN = MUTLU MÜŞTERİ . Öncelikle çalışanın eğlenmesini ve kalıplarının dışına çıkması yönünde cesaretlendirme var . Pozitif bir takım ve aile olmaya özen gösteriyorlar . Açık ve dürüstlükle iletişim kuruyorlar ve bunun yanında sinizmi ortadan kaldırıyorlar .  Doğal olarak mutlu çalışan oluyor ve mutlu birliktelikler meydana geliyor .Son zamanlarda  çalıştığı şirketi beğenmeyen, sürekli olarak eleştiren, şirketinin dürüst ve adil olmadığına dair bir inanç geliştiren, duygusal olarak olumsuz tepkiler gösteren çalışanların sayısının zamanla arttığını gözlemlememiz de mümkün, arada sırada etrafınıza dikkatlice bakmanız yeterli .İşte bu nedenle kurum kültürünüzü inşa ederken değerlerinize dikkat edin . Mutluluğu birimini öncelik verin ve çalışanlarınıza ilham verin . Ben herşeyi yapıyorum demeyin .  Şirketinizin aynasına dürüstçe bakın ve değişimi hemen başlatın .

Daha Fazla »

Sende Değişmeyen Ne ?

Sanırım bir insanın hayatında ki kendisine sorulabilecek en zor sorulardan biri de bu soru : SENDE DEĞİŞMEYEN NE ? SENİN HAYATINDA NE DEĞİŞMİYOR ? İstekler değişiyor , duygular değişiyor , beklentiler değişiyor , zevkler değişiyor.  Açıkçası aşk duygularımız bile değişiyor . Bunu en iyi kendi hayatımdan anlatabilirim.  Delice tutkulu bir çocuktum ben . Bir şeye delice bağlanmaktan korkmaz bodoslama yaşardım . Yani bir söz var ya dibine kadar işte öyle.  Bu yaşantı aslında bana değişim konusunda hiç unutamadığım bir ders verdi .  Kendi başına seven , dergi kitap okuyan ve hayaller kuran bir kişi için özel bir hayat dersi.. Bir kıza aşık oldum . Zor bir ilişkiydi bizimkisi . Yani anlatması bile zor olandan . Gizlice buluşurduk her zaman . Gizlice mesajlaşır , gizlİce bakışmalar gizlice kaçamaklar … Hayatın anlamı ne deselerdi kesinlikle o derdim . Hayat benim için küçük kalmış odalarda yaşayan bir dilencinin büyük umutları gibiydi. Ayrıldık . Aradan uzun zaman geçti . Bu heyecan değişmez sanıyordum ama birden bire çok ilginç bir şey oldu . Baktım ve bir şey hissetmedim . Yine baktım yine bir şey hissetmedim . Sanki biri almış o kişi’yi kendi içimde benim bile bulamayacağım bir yerlere saklamıştı .  Saklanılan yerden çıktığında bir yabancıdan farksız olmuştu . . Ben bendim , o da o idi . Peki değişen ne idi ? Sonra bu salakça dünya da bu olaya kafa yormaya başladım . Her şey değişiyordu . Her kes değişiyordu . Bütün bu olan bitene rağmen biz yine kendimiz ile kalıyorduk . Geçenlerde uzun yıllar önce çok sevdiğim bir arkadaşım ile sohbet etme imkanı buldum . Uzun yıllar onu da değiştirmişti . İçinde ki sevgi boşluğunu başka bedenlerde başka arzular da başka ihtiraslarda arama dürtüsünü hiç bırakmamıştı . Sonunda ciddi hastalandı . Kendisinde değiştiremediği bu boşluğu doldurma yöntemiydi. Bedenini ruhu gibi yıkayamadan öleceğini düşündüm . Öyle de olacaktı . Onca yaşadıklarımıza rağmen eğer bizi biz yapan değerlerden uzaklaşıyor ve aynı çukura hep düşüyorsak ,  başka bedenler başka hayatlar bize hep daha cazip geliyor ama yine de tatmin olamıyorsak , benim hayatım senin hayatın diye bulanık zihinlerde iz bulmaya çalışıyorsak ,  aynaya hergün bakıyor ama kendimize hayatımız boyunca hiç bakamıyorsak , seni seviyorum demekten çok hoşlanıyor ama bu sözü söyleyecek kimseyi bulamıyorsak , hayat anlamını yitiriyor heyecan vermiyor bakışlar hep solgunsa , zaman hem çok akıyor hemde ders zili gibi hiç çalmayacak kadar küstahsa , o zaman kendimize bir şeyi daha güçlü sormanın zamanı geldi diye düşünüyorum . Hayatında değişmeyen şey ne ? Hayatında neleri değiştirmek istersin ?

Daha Fazla »

Tutku ve Cesaret

Tutku senin için ne ifade ediyor ? Hayatınızda tutku ile sarıldığınız neler var ? Bu bir kadın , bir erkek , bir enstrüman , bir hobi olabilir . Genellikle tutkularının peşinden kişiler her şeyi göze alacak kadar cesurdurlar .  Şuan hayatınızda tutku ile sarıldığınız şeyler hiç yok ise biraz düşünmenizde fayda var . Size tutkuları olan ama parası olmayan insanlardan söz edebilirim .Wilbur ve Orville Wright kardeşler. İlk pilotlu ve kontrollü uçuşun icadını gerçekleştirdiler .Bisikletçiydiler . Ellerinde Amerika tarafından ciddi bir para kaynağı yoktu . Defalarca denediler . Tutku ları ve inançları hayat amaçları olmuştu . İlk uçuşları 12 saniye sürdü . Sonrası malum…Tutkuları ve inançları dünyayı değiştirdi . ABD’de siyahların özgürlük mücadelesinde sembol olmuş, Martin Luther King’. “Bir hayalim var” konuşmasını 200 bin insana akın kişi dinledi . O zamanlar mail yoktu , teknoloji bu kadar iyi değildi . M.L.King’in tutkusu ve hayali aslında kendilerinin tutku ve hayali idi . Unutmayın konuşmanın adı bir planım var konuşması değildi . Bir hayalim var !!! Wright kardeşlerin bir icat ile , King’in bir ırk ile ilgili hayali vardı . Tutkular hayale , hayaller tutkuya dönüştü . Hayatlarının temel nedenini bulmuş kişilerin önünde pek az şey durabilir . Cesaret yürekten gelir de ondan . Eğer uğrunda herşeyini vereceğin bir amacın , idealin ve cesaretin yok ise tekrar düşün… Şimdi bir kalem al ve bu soruları yaz . Sonra da  sorulara cevap ver . Hadi üşenme . Değerlerim neler ? Hayatımda tutku ile sarıldığım neler var ? Hayatımda neleri değiştirmek istiyorum ? Unutma : Kendi tutku ve hayallerini yaşamak başkalarının ayak kokularını takip etmekten iyidir .

Daha Fazla »

Hep Böyle Kalma, Hep Anda Kal…

2006 yazıydı, üniversiteden yeni mezun olmuştum. Teyzem mezuniyet hediyesi olarak beni İtalya’ya davet etmişti. Bu harika bir fırsattı. Nasıl heyecanlandığımı hala hatırlıyorum. O zamanlar İtalya vizesi İzmir’den alınıyordu ve yüz yüze mülakat yapıyorlardı. Randevumu aldım, evraklarımı hazırladım ve İzmir’e doğru yola çıktım. Alacağım sadece bir aylık turist vizesiydi ve  bunun için davetiyem, evraklarım, yani gerekli her şey tamamdı. Yani ben öyle sanıyordum. İzmir’e vardığımda, çocukluk arkadaşım beni otogarda bekliyordu. Ertesi gün konsoloslukta randevum vardı ve İzmir’e ilk gelişimdi. Ama gözüm hiçbir şey görmüyordu. Aklım fikrim İtalya’daydı. Heyecandan gece boyu gözüme uyku girmemiş, sabahı zor etmiştim. Sabah olunca arkadaşımla birlikte kahvaltımızı edip konsolosluğun yolunu tuttuk. Konsolosluk kalabalıktı, sıramın gelmesini bekliyordum. Adımı söylediklerinde gidip evraklarımı teslim ettim. Biraz beklememi söylediler. Görüşme, evrakların kontrolünden sonra olacaktı. Çok geçmedi, 10 dakika sonra tekrar çağırdılar. Bugs Bunny gibi yerimden fırladım, heyecandan  yüreğim ağzımdaydı. Görevli bana pasaportumu uzattı ve;-‘Maalesef kabul edilmediniz.’ dedi.-‘Neden?’ dedim.-‘Bilmiyorum.’ dedi. O an başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü, yaşadığım hayal kırıklığını hangi kelimelerle anlatsam, bilemiyorum. Sanki ailemden biri ölmüştü, sanki dayak yemiştim. Birkaç dakika boyunca hiç hareketsiz öylece durduğumu hatırlıyorum. Öğrenciyken biriktirdiğim tüm paramı vize masrafları için harcamıştım, o parayı öğrenciyken alışveriş merkezlerinde günde 12 saat bir fiil ayakta çalışarak kazanmıştım. O zamanlar ayaklarımın ağrısından geceleri uyuyamazdım. Şimdi hem hayallerim uçmuştu hem de biriktirdiğim paralar. Yüzüm kıpkırmızı ve halsiz bir şekilde arkadaşımla birlikte konsolosluktan çıktık. Arkadaşım;-‘Gel sana bir bira ısmarlayayım.’ dedi, gittik.Dışarıda bir kafede oturduk, bir noktaya odaklandım boş boş oraya bakıyorum. Arkadaşım teselli ediyordu, duymuyordum, dokunsalar ağlayacaktım. Dünyam başıma yıkılmıştı. Bundan daha kötüsü olamazdı. Telefonum çaldı. Baktım, arayan dedemdi. Açar açmaz;-‘Dede bana vize vermediler.’ deyip, ağlamaya başladım.O an sanki 5 yaşındaydım, dedem beni kucağına alsın, sarıp sarmalasın, götürsün konsolosluğa, kızsın oradakilere, vizemi alsın istedim. Dedem ise o gür ve babacan sesiyle;– ‘Ben iflas ettim, yıllarca çalışıp biriktirdiğim param,  malım bir anda yok oldu, itibarım gitti, ağlamadım! Sen bir vize için mi ağlıyorsun? Vermezlerse vermesinler, bak ne güzel Türkiye’nin en güzel şehrindesin, gez toz İzmir’in tadını çıkar.’ dedi. O anda kendime gelmiştim, dedem doğru söylüyordu. Etrafıma şöyle bir baktım o an çok güzel bir şehirde olduğumu gördüm. Her yer cıvıl cıvıl idi. Sokaklar karşılıklı kafelerle doluydu. Kahkaha atanlar, sohbet edenler, kaldırımda gitar çalıp şarkı söyleyenler, üstelik gökyüzü masmavi ve güneşliydi, hiç fark etmemiştim. O an dedemin ne demek istediğini anladım, sildim gözyaşlarımı ve İzmir’de hayatım boyunca unutamayacağım 2 güzel gün geçirdim. Geçmişin keşkelerinden ya da geleceğin endişelerinden uzak olmak, şimdi sahip olduklarınıza; yani aldığınız nefese, çocuğunuzun size gülümsemesine, duyduğunuz kuş sesine, içtiğiniz kahvenin lezzetine şükretmektir aslında ANDA KALMAK. Geçmiş geçmiştir, gelecek ise belirsizdir. Gerçek olan şu andır. Anı yakalamak, anda kalmak hayatın bize bir lütfudur. Mutlu olmanın tek bir formülü vardır o da şu anı yaşamaktır. Her yıkandığınızda sizi temizlediği için suya teşekkür edin, tüm bu hayat koşturmasında elinizden gelen en iyi mücadeleyi verdiğiniz için kendinize teşekkür edin. Bir de size anda kalmayı kim öğretti ise eğer hala yaşıyorsa daha fazla geç kalmadan ona teşekkür edin, çünkü anda kalmak size ömür boyu rehberlik edecek en değerli hediyedir.                                                                                                                                                                                                 07.02.2021                                             Suat YAŞAR DİKKAYAProfesyonel Koç

Daha Fazla »

Duygusal Çeviklik

2 milyon insanın ölümü, 94 milyon insanın da hafif ya da ağır hastalık yaşamasına sebep olan Covid 19 salgını, kitlesel salgınlar, kaoslar ve belirsizlikler karşısındaki dayanıklılığımızı veya diğer bir deyişle çevikliğimizi sorgulamamıza sebep oldu. Çeviklik özellikle bu dönemde hayatımıza giren ve sıkça kullandığımız bir kavram. Karşımıza “rezilyans” olarak da sıkça çıktı.                 Yaşam biçimlerimizin ve günlük alışkanlıklarımızın temelden değiştiği, uzun süredir evlerde kapalı kaldığımız ve bir kısmımızın hala buna maruz kalmaya devam ettiği, birçoğumuzun işlerini küçük ekranlardan yönettiği, teknoloji ile sınav verdiğimiz ve bulaş riskine karşı paranoyakça davranışlar ve alışkanlıklar edindiğimiz bu dönem, bir virüs karşısındaki çaresizliğimizi gözler önüne serdi. Ancak bir kısmımız fiziksel ve ruhsal açıdan bu süreçten en az hasarla ya da hiç hasar almadan çıkmayı başardı. Onları güçlü kılan unsurlardan bir tanesi duygusal açıdan dayanıklı olmaları. Duygusal çevikliği daha yüksek olanlar, günlük yaşamın getirdiği streslerle daha etkin ve sakin bir şekilde başa çıkabilirler. Ve krizleri daha kolay yönetebilirler. Neyse ki duygusal dayanıklılık geliştirilebilecek özelliktir. Aslında birçok nedenden dolayı geliştirmeye değer bir özelliktir, en önemlisi yaşamımızı ve stres deneyimimizi dönüştürebilmesidir.                 Duygusal dayanıklılık, kişinin stresli durumlara veya krizlere uyum sağlama yeteneğini ifade eder. Daha dirençli insanlar, engellere ve zorluklara rağmen ilerleyebilir ve zorluklara kalıcı hale dönüşmeden uyum sağlayabilir; daha az dirençli insanlar ise hem küçük hem de büyük yaşam değişiklikleri karşısında daha zor anlar yaşarlar. Araştırmalar küçük streslerle kolayca başa çıkanların daha büyük krizleri daha kolay yönetebileceğini gösteriyor. Dolayısıyla duygusal dayanıklılığın günlük yaşamın yanı sıra nadir görülen büyük felaketler için de faydaları olduğunu söylemek doğru olacaktır. Peki duygusal dayanıklılığı neler etkiler? Duygusal ve fiziksel dayanıklılık bir dereceye kadar doğumla kazanılan bir yetenek diyebiliriz. Bazı insanlar doğaları gereği değişikliklerden ve sürprizlerden daha az rahatsız olurlar, bu bebeklik döneminde gözlenebilen ve yaşamın geri kalanda sürdürülebilen bir özelliktir. Bununla birlikte kontrolümüz altında olmayan faktörlerle de ilgilidir.  Örneğin; Yaş, maruz kalınan travmaların nitelik ve niceliği ve cinsiyet gibi… Ancak daha önce de belirttiğim gibi biraz çaba ve uygulama ile geliştirilebilir. Eğer ne yapacağımızı bilirsek, yaşamın zorluklarına karşı doğal olarak daha duyarlı olsak bile daha dirençli olmayı başarabiliriz Duygusal dayanıklılık, sahip olduğumuz veya sahip olmadığımız bir nitelik değildir; bir kişinin stresini ne kadar iyi idare edebileceğinin değişen dereceleri vardır. Yine de dayanıklı veya dirençli insanların öne çıkan ve paylaşma eğiliminde olduğu belirli özellikleri bulunmaktadır. İş te bu temel özelliklerden bazıları;                 Duygusal Farkındalık : Duygusal farkındalığa sahip insanlar ne hissettiklerini ve bunların nedenini anlarlar. Başkalarının duygularını da iyi anlarlar, çünkü kendi iç yaşamları ile yakın temasta olmakla beraber empati yanlarını geliştirmişlerdir. Bu tür bir duygusal anlayış veya bakış açısı, insanların başkalarına uygun şekilde tepki vermesine, öfke veya korku gibi duyguları daha iyi yönetmesine ve bunlarla başa çıkmasına yardımcı olur.                     Azim:  Bu özellikleri gelişmiş insanlar, ister dışa dönük hedefler için ister başa çıkılması gereken bir probleme dair stratejiler üzerinde çalışıyor olsunlar, eylem odaklıdırlar, sürece güvenirler ve pes etmezler. Duygusal açıdan dirençli insanlar bir meydan okuma ile karşı karşıya kaldıklarında kendilerini çaresiz ve umutsuz hissetmezler. Bir engelle karşılaştıklarında koydukları hedefe doğru çalışmaya devam etme olasılıkları yüksektir.                 Kendini kontrol: Kendi hayatlarının kontrolünün çevrelerinden çok kendilerinde olduğuna inanırlar. Elbette bu özellik daha stresle ilişkilidir. Kendi iç dünyalarını kontrol edebilen insanlar, gerçekçi bir bakış açısına sahip olduklarından, yaşamlarındaki sorunlara karşı daha proaktif bir eğilim gösterir, daha çözüm odaklı olurlar.                 İyimserlik: Duygusal dayanıklılığı yüksek olan insanlar genellikle olayların olumlu yanlarını görme eğilimindedir. Ve kendi güçlerine ve yeteneklerine inanırlar. Karşılaştıkları krizler veya başlarına gelen felaketlerde kurban zihniyetine bürünmeden, güçlü bir zihin yapısı ile olayları farklı açıdan değerlendirmeye başlarlar. Bu sayede farklı çözüm alternatifleri üretebilirler.                 Destek: Bu insanlar bireysel olarak güçlü bir zihin yapısına sahip ve güçlü bireyler olmanın yanı sıra sosyal desteğin de önemini bilirler. Ve bu sebepten kendilerini destekleyecek aileyle ve arkadaşlarla çevreleyebilirler.                 Mizah Anlayışı: Duygusal açıdan dayanıklı olan insanlar hayatın zorluklarına gülebilirler. Bu insanlar olayları tehdit olarak görmek yerine meydan okuma olarak algılarlar ve bunları fırsata çevirme eğilimi gösterirler. Bu da oluşacak stresi ve bedenlerinin strese nasıl yanıt vereceğini etkiler. Bu insanlar diğerlerine göre daha sık gülerler ve olaylara mizahi bir yaklaşım sergilerler. yy’ da dünya çok sayıda salgın, savaş, doğal felaket yaşadı. Bunlara ek olarak her birey, kendi yaşamı içinde kriz, felaket veya acı olarak niteleyeceği olaylar da yaşadı. Bunlar yaşam içinde olmaya devem edecek. Bizlerin bu durumda yapacağı en iyi şeylerden birisi; duygusal dayanıklılığımızı arttırmamız olacak. Diğer insanlarla bağlantıda olmalıyız, yani sosyalleşmeliyiz. İnsanı ve sevgiyi odağımıza alarak değerlerimizi gözden geçirmeliyiz. Düşüncelerimizi yönetmeliyiz, umutlu bir bakış açısına sahip olmalıyız. Değişimin ve aksaklıkların hayatımızın bir parçasını olduğunu anlamalıyız. Önemli olan, kendimize inanarak hedeflerimize emin adımlarla yürümeye devam etmeliyiz. Zihinsel, bedensel ve ruhsal sağlığımıza özen göstermeli ve güçlendirmeliyiz. Zorlukların üstesinden gelecek donanıma ve yazılıma sahip varlıklarız. Mevlana der ki, “ Zor diyorsun. Zor olacak ki imtihan  olsun”… Zaferin büyüklüğü mücadelenin zorluğu ile ölçülür… Sevgi ve saygılarımla HİLMİ ÖZDEMİRProfesyonel Koç/Eğitmen 17.01.2021

Daha Fazla »

Kendi Yolunda İlerlemek

Bu yazıyı yazarken, dışarıda yağan yağmurun, uzun süreden beri yaşamımızdaki  kirleri ve pasları alıp götürdüğünü  hissediyorum. Önümde, tomurcuklarından fışkırmış kıpkırmızı güller var. Dumanı tüten kahvenin kokusunu içime çekiyorum. Eskiden göremediğim güzellikleri , tatları ve kokuları keşfediyorum. Son zamanlarda, özellikle zorlayıcı anlarda, daha önce verdiğim tepkileri,  vermediğimde,  ‘‘Koçluktan önce nasıl biriydim?’ sorusu geliyor aklıma… Otantik benliğimden uzak olduğum zamanlar.  Çok kalabalık olmasına rağmen aidiyetten uzak, çok  hareketli bir yaşamı olan; bununla beraber içinde neşenin  pek az olduğu birisi geliyor hatırıma. Çok koşturduğumu, çalıştığımı, sürekli başarı, hedef ve ideal  peşinde koştuğumu anımsıyorum. Ancak  özünde  hiç tatmin olmayan, susuzluğu dinmeyen ve doymayan biri.  Bu yüzden genelde kendimle vakit geçirmekten çok keyif almazdım. Bana, başarılarımı ve diğerlerine göre çok daha iyi durumda olduğumu hatırlatan hep  birileri olsun isterdim. “Bir gün” diyerek cümleye başlardım. Cümlenin devamında da hep ulaşacağım hedeflerle , ideallerle  ile ilgili hırs  dolu sözler olurdu. Neyse ki otantik bir parçam, bu gördüğüm rüyaya inanmadı…  Şanslıydım. Her koçluk yoluna giren kişinin , bu yolculuğa başlarken kendine özgü bir koçluk hikayesi olur. Bu hikayelerdir aslında bizi arayışa götüren. Mevcutta bildiklerimizin, verilen tavsiyelerin veya  okuduklarımızın sorularımızı yanıtlayamadığı ve farklı bir şey yapmamızı gerektiren bir an gelir. Tıpkı benim hikayemde olduğu gibi.. Bir an gelir , biz arayıştayken , evren de bize hizmet eder ve hayat bizi değişim ve dönüşümle yani ‘Koçluk’ la tanıştırır. Bu değişim, eski ‘ben’ den yeni bir ‘ben’ e yolculuktur.   Koçluk,  kendi içsel doğamızı keşfetmemize yardım eder.  “Dharma” yı,    (Syanianskrit dilinde) ‘ hayatın amacı’ nı bulmamızı sağlar.  Yaşam amacımızı bulmak demek, herkesin biricik yeteneğini bulması ve bunu ifade etme şeklidir.  Bu yasa ile uyumlanırsak, yaşamımızda zenginlik, esneklik, farkındalık ve ışık var olmaya başlar. Bu ışığı önce kendimize ve sonra yakın çevremize yansıtmaya başlarız. Spiritüel anlamda, herkesin özünde bir ‘ışık varlık’ olduğuna ve sıradan hayatlar yaşayan enerji varlıkları olduğumuza inanılır. Zamanın nasıl geçtiğini fark etmediğimiz, yeteneğimizi ortaya koyarken bir zorlama hissetmediğimiz şey bizi Dharma yolunda tutar. Bu yolda da hizmet etmek esastır. Bir müzisyen müzik yapar, bir şarkıcı şarkı söyler, bir anne çocuğuna kendini adar, bir çöpçü en iyi şekilde elinden geleni yapar. Kendini adama enerjisi ile yapılan her şeyden bahsediyorum. Bu spontane akışta  kişiye yeni kapılar açılır, destek gelir… Benim Dharma’m  da , ışık tutacağıma inandığım alanlarda,  edindiğim bazı  bilgileri,  deneyimlerle birleştirip kişiye aktardığım , güçlü sorular sorduğum bir alan açıyorum. Kişilerin dönüşümlerine , kendi kaderlerinin iplerini ellerine almalarına,  yaşam amaçlarını bulmalarına tanık oluyorum. Ulaştığım hiçbir  hedef, bu dönüşümlere tanıklık ettiğim anlardaki kadar beni tatmin etmemiştir. Zamanla,  yolumun kesiştiği bu insanlarla çıkılan yolculukta,  önemli   farklar olduğunu keşfettim. Bunlardan biri , yaşamı kolaylaştırmak için  sadece teknik öğrenmek isteyen kişiler olduğu…  Bir tanesi de, yaşam amaçlarının iplerini karşıdakine verenler olduğudur. İşte bu yazım, yaşama amaçlarının  iplerini eline almak isteyenlere… Bu yolculukta,  kimsenin, sizin ruhunuzu sizden iyi tanıyamayacağını, size kendiniz olma iznini vermeyeceğini, öğretilmiş inanç ve davranış kalıpları ile fark yaratılamayacağını, toplum normlarının her zaman doğruları yansıtmadığını, doğruyu yanlışı ancak  kendinizin karar verebileceğini aklınızdan çıkarmamak size bir deniz feneri görevi görecektir. Doğal olarak akan, sizi gülümseten, parladığınız,  kendinizi adayabileceğiniz  yaşam , size gerçek zenginliği ve mutluluğu getirecektir. Umarım ki, siz de, yaşam amacınızı bulma ve kendi ışığınızı, bir başkasında   parıltı olarak görme şansına sahip olursunuz. Sevgilerle… Pınar EZİCİProfesyonel Koç/Eğitmen17.01.2019

Daha Fazla »

Satışın Kimyası – Dopamin

İlk satış eğitimlerine başladığım yıllarda bir eğitimci bana ‘İnsanın yakıtı başarısıdır. Senin yakıtın nedir?’ diye sordu.Bende sizlere soruyorum.–Peki senin yakıtın nedir? Dopamin, satış görüşmesi esnasında ve karar süreçlerinde oyuncu olarak devreye nasıl girmektedir?Tabii ki başka mutluluk hormonları da bu süreçte etkili olmaktadır. Bu yazımda önceliğim dopamin…                    Bundan 3 yıl önce oğlumun bisikleti sitede kayboldu. Bu üzücü olay sonucu, gözleri dolu bir şekilde yanıma geldi. Gözlerinden anladığım yeni bir bisiklet almamı istiyordu. Çocukların gelişimi için meydan okumanın önemini öğrenmiştim, ancak nasıl yapacağımı bilmiyordum. Yaratıcılığı nasıl geliştirebilirim derken; bir fikir geldi aklıma.Dedim ki;– ‘İstediğin bisikletin yarı fiyatını ben vereceğim, geri kalan yarısı için bana fikir, öneri veya çözüm bulmanı istiyorum.’– ‘Sen bir düşün daha sonra konuşalım’ dedim.Arada birkaç saat sonra, bir sayfa dolusu maddelerle yanıma geldi. Dedi ki;-‘Burada yazılanları yerine getirirsem geri kalan kısmını da tamamlar mısın?’Yazılanlara baktığımda sorumluluk alanını geliştirmiş, ev içi paylaşımı artırmış ve sorumluluk almak isteyen bir dil kullanmış. Tutarlılığını için bir süre belirledikten sonra 1 ay sonra istediğini yerine getirdim. Oğluma bunları yazdıran, aradığı ödül için onu harekete geçiren neydi? Stres anlarında, konfor alanından çıkartan ve yaratıcılığı geliştiren kimyasal hangisiydi? Oğlum için bunun cevabı özgürlük tutkusuydu. Bisiklet onun için özgürlüğü temsil ediyordu ve en önemli değeriydi. Ericson kişilik sınıflamasında; 10-12 yaşlarında özgürlük duygusunun tamamlanmasının öneminden bahsetmektedir. İlerleyen yıllarda bağımsız karar alabilmesi için deneyimlenmesi gereken bir duygudur özgürlük.                    Sistem şu şekilde işliyor. Her davranışın arkasında düşünce ve deneyimle oluşmuş bir duygu bulunmaktadır. Hipotalamus bölgesi, geçmiş duygular ile korelasyon yaparak, bu senin için iyi devam et yada kötü uzak dur mesajı verir. Her zaman keyif arar ve acıdan kaçarız. Deneyimlerin kalitesi burada karar sürecini belirlemektedir. Dikkatimizi, RAS(Retiküler Aktivasyon Sistem) ile yöneten beynimiz, bilgiyi elekten geçirdikten sonra, hareketi ateşler. Dopamin elimizde olanlar için fazla salgılanmaz. Onun için oyuncak aldığımız çocuğumuzun sevinci kısa sürer, yada çok beğendiğimiz ayakkabıyı aldıktan sonra ilk kullanımdan sonra yarattığı duygu azalır.                     Bizi hayatta tutmaya çalışan beynimiz, etki yaratmaktan çok tepki vermeye meyillidir. Etki yaratmak için kendimize sorular sormalıyız. Bu durum bana ne söylüyor? Bu durumun henüz görünmeyen mükemmel yanı nedir? Bu durumdan ne öğrene bilirim? Bu sorular hipotalamustan gelen tepki isteğini amigdala üzerinde ilkel beyine yerine frontal kortekse, yani üst beyine iletimini sağlar. Deneyim kalitesine göre bu iletim 6-8 saniye sürmektedir. Bu sebeple, 10’dan geriye saymaya başlamak tepkimizi değişimine yardımcı olmaktadır. Davranışımızın altındaki duygumuzu yönetmemize yardımcı olacaktır. Müşterinizle yaşadığınız itilaf durumlarında etki yaratmanızı sağlayacaktır.                   Satış, müşterinizin davranış değişikliği için ikna sürecini içerir. Satış sürecinin parçasıysanız, bunları bilmek satışınızı artırır. İkna sürecinde duygusal zekâ belirleyici etkenlerden bir tanesidir. Dopamin ihtiyacımız, olana ulaşmayı teşvik eder. Müşterinizin sıkıntısı nedir? Siz onun hangi hedefine ulaşmasına katkı sağlayacaksınız ya da belirlediği hedefin çıtasını yükseltmesine yardımcı olacaksınız. İşte budur dedirttiğimiz anda dopamin salınımı sağlarsınız.                     Müşterimiz ile bağ kurmak, satışın olmazsa olmazıdır. Peki nasıl bağ kuracağız? Müşterimizle dinleme seviyemizi artırmak ve anlatmaktan keyif aldığı konularla ilgili bol bol soru sormak burada etkili olacaktır. Söylediklerini ona yansıtacak sözcükler, bak nasıl başardın dediğimiz takdir içeren yansıtmalar ile kurulan diyalog, bol bol dopamin salınımına sebep olacaktır.                  İlkel beyin bencildir ve hedefine uygun olan katkıyı gösteren kişiyle bağ kurması kolay olur. Enerjinin %25ini kullanan beyin, hayatta kalmak adına daha önce deneyimledikleri için fazla dopamin harcamaz. Müşterinizin değerlerini bilmiyorsanız, zamanınıza ve enerjinize yazık edersiniz. Değerlerin keşfinde duygusal zekanın bir parçası olan sosyal farkındalık öne çıkmaktadır. Neleri anlatırken heyecanlanıyorlar – duygu yoğunlukları nerede – -meli,malı -gerekiyo ,-lazım cümlelerini nerede kullanıyor, hangi konularda tamamlanmaya ihtiyaç duyuyor, detay vererek anlattıkları konular nelerdir? Neler onları üzüyor ya da aşırı mutlu ediyor? Buralarda değerlerini bulabilirsiniz. Satış görüşmesi esnasında, çok ketum olan bir müşterimle ilkokula yeni başlayan çocuğu üzerine sohbet başlattığımda ses tonu ve heyecanı birden değişti. Bir kaç dakikadan fazla vaktim yok diyen müşterimiz ile görüşmemiz uzun bir sohbete dönüşmüştü. Çıkışta siz merak etmeyin ürün desteğim olacak dedi. Başarı değeri önemli olan kişinin annelik görevlerinde de başarılı olduğunun yansıtılmasına ihtiyaç duyuyordu. Sadece yapmamız gereken bunu ona yansıtıp takdir etmek oldu. Bol bol soru sorarak, bu başarının adımlarını ona hissettirmek yetmişti. Yaptığının faydasını kendisine yansıtmak dopamin salınımına davet çıkarttı.                  Rakibinizin yapmadığını keşfetmeli ve müşterinize’’ işte budur’’u söyletmelisiniz. Hedefine giden yolda, yap bozdaki parçayı bulduğu anı yaşatmalısınız ki ayrışma yaşayasınız. Çünkü dopamin sosyal ödülü aratan ve bunun için heyecanı harekete geçiren hormondur. Karşılaştırmayı seven beynimiz, bunu geçmiş dopamin devreleri ile sağlamaktadır. Statü ve konumumuz burada referans olmaktadır. Ayna nöronların keşfiyle, insan oğlu başkalarının davranışlarını izlerken kendi beyninde de bu davranışların benzer nöronlarca ateşlendiğini kanıtladı (Rizzolatti-1993/Parma) .Bu ateşlenen nöronların, bağ kurma ve haz ortaklığı yarattığı görüldü. Futbol izlerken farkında olmadan yaptığımız beden hareketleri yada bir filmde ki drama sahnesindeki göz yaşlarımızın sebebi bununla açıklanmaktadır. Çünkü beyin gördüğü ile hatırladığını ayırt edemez. Müşterinizin kendi çıtasını yükseltme ve statüsünü artırma isteği beynin karşılaştırma özelliğinden gelmektedir. Hepimizin hayatları için düşündüğü bu istekleri yapmamıza engel olan inançlarımız, bizi sabote eden duygularımız bulunmaktadır. Müşteri ile kurulan diyaloglarda anda olduğumuzda bunları çok rahat duyarız. Müşterinizin hedeflerine şahit olmak ve katkıda bulunmak, belli aralıklarda kutlama yapmak ona bol bol dopamin salınımı yaptıracaktır.                Buraya kadar bahsettiğim konularda fiyat avantajı, rakibin sunduğu ekstra iskonto vb. durumlar yok. Hiç kimse kendisine bir şey satılmasını sevmez ancak herkes alışveriş yapmaya bayılır. Siz bu alışverişe katkı sağladığınızda, hedefine ulaşmasını kolaylaştırdığınızda, olgular değil algılar devreye girecektir. Müşterinizin duygularını yönetmeyi öğrenirseniz davranışı otomatik olarak değişmeye başlayacaktır.                Oğlumun özgürlük değerinin kısıtlanması onda acı yaratmıştı. Meydan okumam onda eski konumuna ve daha iyisine ulaşacağının sinyalini oluşturdu. Frontal korteks, iletilen bu meydan okuma, yaratıcılığı ateşledi. Bir sayfa dolusu sorumluluk alarak, değişim isteği yarattı. Küçük bir müzakere ile kazan-kazan oluşturuldu. Bende ise konuşmaktan keyif aldığım konunun testini yapmama vesile oldu. Şuan sizlerle paylaşmak benim ilhan olma, cevap verme değerime katkı sağlarken, foşur foşur dopamin salgılamama neden oldu. Teşekkürler. Caner ÇAYLIACC / Eğitmen16.01.2021

Daha Fazla »