Blog

Teleskobun Hangi Ucundasınız?

Teleskobun Hangi Ucundasınız?Kaynağını hatırlamadığım kısa bir hikayeden geliyor bu yazının başlığı. Uzay konularına ilgisi erken yaşta beliren ve bunun üstüne giden ufak kahramanımız her zamanki gibi yine eline aldığı teleskobu ile şaşkın bir şekilde ayakta duruyordu. O hep yüzünde mevcudiyetini koruyan sıcacık gülümsemesinin yerini daha soğuk bir belirsizlik ifadesi kaplamıştı bugün. O koca koca, çokça uzakta olan şeyleri kendisine yaklaştıran aletin ters tarafından bakmıştı ve gördüğü tam tersi görüntü  ile şaşkınlığını babası ile paylaştı “Baba bugün her şey çok küçük.” . Bu iç ısıtan hikaye ile ilk karşılaşmamdan hemen sonra başıma gelen olaylara “Acaba teleskobun neresinden bakıyorum?” diye sorma gayreti içine girmiştim ve inanır mısınız enerjimi daha fazla kendime saklayabildiğimi fark ettim.  Fark ettiniz mi ne kadar çok savaş veriyoruz hayat kargaşası içinde? Bunların büyük kısmı ciddi duygu değişimleriyle sonuçlanarak mutsuz deneyimlerimize bir yenisini daha ekliyor. Sabit olan bakış açılarımızın meydana gelme sebebi olan olaylar döngüsü çoğu zaman devam ederek belki de farkında olamadığımız bir girdap yaratıyor ve içinden çıkma noktasında sorumluluk almıyoruz. İlk nefesi itibariyle etkileşime girdiği çekirdek aile ve sonrasında hızlıca gelişen daha geniş bir sosyal alanda kendini bulmaya, olayları tanımlamaya çalışıyor insanoğlu. Elbette ki birçok mesleki alanın konusu olan, üzerine binlerce makale yazılan, tonlarca çalışmanın üstünde durduğu bu sürecin bendeki izdüşümünü paylaşmak istedim. Birlikte yaşadığımız, aynı havayı soluduğumuz ve birçok konuda ortak sorumluluğa sahip olduğumuz bu sosyal çevreden insan olarak hızlıca etkilenmeye meyil gösteriyoruz. Karşılaştığımız olayların neticesinde bakış açılarımızın kodladığı sonuçların etkisi altında hayatlarımıza devam ediyoruz. Genelde yorucu olan ve keyifsiz bir ruh halinde devam ediyor bu yolculuk, öyle değil mi? Peki en son sen ne zaman sordun kendine, ben hayatımın görüntüsüne teleskobun hangi ucundan bakıyorum diye? “İnsan en çok kendine acımaz.” diye sevdiğim bir cümle var, çoğu zaman kendime hatırlatma ihtiyacı duyduğum. Asla vazgeçmediğimiz kalıplaşmış gözlüklerimizin bize dayattığı sonuçlar neticesinde cezayı çeken biz oluyoruz her defasında. Belki de daha az suçlayıcı, biraz daha az yargılayıcı ve bir tutam daha fazla kabullenici bir bakış açısı bu acımasızlığa son verebilir.Bir ironi olarak, teleskop bize evrenin akıllara durgunluk veren büyüklüğünü anlamamıza vesile olsa da ters tarafından insanlığın daracık algısını gösteriyor belki de. Kendimize, etrafımıza, sevdiklerimize ve en önemlisi yaşamlarımıza doğru açıdan doğru bakmak dileğiyle… Çağdaş ACIMIŞProfesyonel KOÇ/Eğitmen18.01.2021

Daha Fazla »

Kendini Yeniden Tasarla

Bir kitap hayatımızı değiştirebilir, bize bir dost da olabilir, öğretmen de.. Ben olaya biraz farklı yaklaşmak, sorular sormak ve bu bağlantıları kendinizle kurmanızı istiyorum. Kim bilir tanımlayamadığımız yanlarımızı böylelikle tanımlayabiliriz belki de.. Şimdi, Kendimizi bir kitap olarak düşünelim ve kendi kendimizi tasarlayalım.. Kitabın cildi nasıl olurdu ? Rengi, dokusu.. İlk bakışta insanların dikkatini çekmesini istediğin şey ne olurdu ? Peki, sayfaları nasıl olurdu; hangi kağıt türünden oluşurdu ; Kuşe, saman, beyaz, karton (tnistol)  ? Bu kitabın içerik bakımından, yoğun olarak okuyucuya nasıl bir bilgi vermesini, ne hissetmesini isterdin ? Hangi tür bir kitap olurdu ; Anı, anlatı, deneme, araştırma, biyografi, eğitim, edebiyat.. ? Konusu ne ile ilgili olurdu ; psikoloji, tarih, felsefe , gezi, sanat, iş dünyası , ekonomi… ? Okuyucu kitlesi yoğun olarak hangi kesim olurdu; Öğrenci, iş insanı, ev hanımları, çocuklar ya da hepsi mi ? Düz yazı şeklinde mi olurdu, şiir tadında mı ? Görsel içerikler ya da sembolik ifadeler barındırır mıydı ? Bunlar hangi tarz olurdu ?  Vermek istediğiniz mesaj tam olarak ne olurdu ? Kimlerden, nelerden esinlenir ilham alırdın ?  Kısa kısa hikayelerden mi oluşurdu yoksa, bir konu sonuna kadar devam mı ederdi ? Yalnızca yazılı bir kitap mı olurdu, sesli formata da dönüştürür müydün ? Seslendiren kişinin ses tonu ve konuşma hızı nasıl olurdu ? Akademik bir dil mi kullanırdın, samimî ve basit mi ? Ve bu kitap başka hangi dillere çevrilmeliydi ? Peki ya, okuyucu bu kitabı bitirdiğinde ,okuyucunun zihninde bıraktığı en önemli iz ne olurdu ?  Okuyucuya kattığı hangi değer onu bir başucu kitabı yapar ya da bu kitabı bir başkasına önermesine olanak sağlardı ? Kitabı tasarlarken göz önünde bulundurmamız gereken noktalara gelecek olursak ; bazen kelimeler donup kalacak, günlerce düşüneceksin, kızacaksın neden yazamıyorum, neden ilerlemiyor diye. Köreldiğini düşünüp, başarısız hissedeceksin belki.. Fakat korkma ! Bil ki, bu bir evrilme ve yeniden doğum sürecidir. Ve ansızın bir şey olacak, ruhun ışıldamaya, zihnin çiçeklenmeye başlayacak birdenbire akacak, derin hissedişlerin. Nehirlerin, denizlerle buluşacak. Kelimeler kendi kendini doğuracak, sen bile şaşıracaksın yaratım gücüne.  Bazen yayın esnasında aksaklık olacak, bazen doğru okuyucuyla buluşamayacak, bazen dilinden anlamayan okuyucular tarafından eleştirilere maruz kalacaksın. Bazen hataların olacak ve usta ellerin bir dokunuşu gerekecek. Bazen de dilinden anlayanlarla daha çok anlamlanacak, satır aralarında bile bütünleşecek, özgürleşecek, onun ruhuna dokunacak ve ışık olacaksın.. Kitapların öyle güzel bir yönü vardır ki;  siz  tasarlar, kendi bakış açınızı insanlarla paylaşırsınız, bununla birlikte onu yorumlamak ise yüksek oranda okuyucunun bilinç düzeyine, yaşanmışlıklarıyla kurduğu bağa ve algılayışına bağlıdır.. İşte bu Kitap (biz ve bizi biz yapan şeyler ) ve okuyucu (diğer insanlar ve durumlar) metaforu ile hayatımızın her alanına dokunmak, kontrol edemediklerimizi fark ederek anlayışla  kabul etmek, kontrol edebildiğimiz noktalarla ise daha iyi, daha tatminkâr bir  yaşam için neler yapabileceğimizi fark etmenize yardım sağlasın istedim.. “Okunacak en büyük kitap İnsandır. “ demiş Hacı Bektaş Veli..Demem o ki, sen de en doğal halinle kendini tasarla ve koy ortaya. Seni anlayabilen zihinlerle, ruhsal dokunuşunu hisseden sıcacık yüreklerle, aydınlık bir yerde mutlaka karşılaşacaksın. Ve şimdi Kalbinle gülümse, aşk ve ışık ile. . Güldeniz TURAÇ ÖZProfesyonel KOÇ / EĞİTMEN17.01.2021

Daha Fazla »

Mutlu Evlilik

Çiftlerin en çok istediği, hayal ettiği önemli şeylerden biri de beraber yaşlanmaktır. İmzalar, her zaman hastalıkta ve sağlıkta, zenginlikte ve yoksullukta diye atılır. Karşınıza çıkacak olan  nice farklı kilometre taşları; sahip olacağınız çocuklar, yapacağınız borçlar, iş hayatınızdaki inişler-çıkışlar, kayıplar, vs. vs. Sonuçta, hayat denilen yolculuk bazen güneşli bazen bulutlu, bazen de gök gürültülüdür. Peki, evlilik hava şartları böylesine hareketli olan bir hayat içerisinde nasıl ilerlemeli ?Daha da önemlisi, bir yandan arabayı dikkatli kullanıp, diğer yandan güzel yerlerden geçerken manzaranın tadını çıkarabilir miyiz ? Eskilerin, “evlilik ciddi bir müessesedir” sözünden kastı, pek çok sorumluluğu içinde barındırmasındandır. Aslında eşlerin, evine ve eşine karşı olan sorumlulukları, birer yükümlülüktür. Bu sorumluluklardan kaçmak, yükün tek tarafa yüklenmesi ise evlilik bağını zedeleyen en önemli unsurlardandır. Bir evliliği yürütmek kolay olmadığı gibi, çok zor olmadığı da aşikardır. İçerisine sevgi, sorumluk, anlayış gibi her şeyden birer tutam atıp harmanladığımızda, ortaya yolunda giden bir beraberlik çıkar.  Evlilik sandviç gibidir. ‘Henry Boy’e’ ait söz tamda yerindedir. İçine ne kadar çok şey katarsanız, lezzeti o kadar artar.  Ancak bunu bilmek ayrı, uygulayabilmek çok ayrıdır. Peki evlenince neler değişiyor ? diye sorduğumuzda ise,  Birlikte atılan imza ile, ilişkinin kurumsallaşması, bireysel hayattan çıkıp , ortak bir yaşama dönülmesi söz konusudur. Ve o yaşam iki kişinin de istemediği bir hayat olmaması için, eşlerin dikkat etmesi gereken çarpıcı başlıkları sıralamak gerekirse; Kayınvalide sendromu : Evliliği olumsuz etkileyen nedenlerin başında olmakla birlikte, kayınvalide ile münakaşaya girmek, irtibatı azaltmak ,eşe bu konuda baskı yapmak çözüm olmamaktadır. Evlilik bağlarını zedeleyen önemli unsurlardan biridir. Yatağınızı ayırmayın : Yatakta soğuk davranmak ve kısıtlama. Zamanla alışkanlık haline gelip eşler arasında ciddi kopukluklar yaratabilir. Evlilikte cinsel hayatın iyi olması bağlayıcı unsurlardan biridir. Heyecanın bitmesine müsaade etmeyin : Küçük sürprizler yaparak, şaşırtmak, birbirine zaman ayırmak ve ortak sosyal faaliyetlerdeki beraberlik, ilişkiyi zinde tutan etkenlerden sadece bir kaçıdır. Ayrılma ve boşanma kelimelerinin kullanılmamasına dikkat etmek : Bitti, ayrılalım gibi kelimeler kullanılmamalıdır. 40 defa söylenen şeyin gerçekleşeceğine inanılıyorsa, bununda gerçekleşmesi olağandır. İletişim : Birbirinin sözünü kesmeden dinlemek, kıyaslamaya girmemek, bağırarak konuşmamaya dikkat etmek, iletişimdeki paylaşımı güçlendirecektir. İnatlaşma : Kesinlikle inat olmamak gerekiyor. Bu durum çiftlerin birbirinden soğumasına ve ev içerisinde savaş çıkmasına neden olabilir. Kıskançlık : Azı karar, çoğu zarar verir. Aldatma : Ciddi bir kazadır. Genelde ölümle sonuçlanacağı için. Kazaya sebebiyet verecek şeylerden kesinlikle sakınılmalıdır. Şiddet :Sözün bittiği yerdir. O nedenle şiddeti önlemek için, sorun olduğunda mutlaka aile terapistine gitmek gerekir. Aslına bakarsanız , mutlu evliliğin gizli bir formülü yada sırrı da yoktur. Mutlu evlilik iki kişilik bir ilişkinin iyi ve başarılı bir yönetimidir. Tabi ki insan önce  kendini iyi yönetebilmeli. Kendini iyi yöneten , her şeyi iyi yönetir. Sokrates’i hepiniz bilirsiniz. Evliliğinin, onu filozof yaptığını biliyor muydunuz peki? Kendisine evlilikle ilgili soru soran gençlere, tam bir çerçeve değiştirme örneği sunmuş ve eşiyle yaşadığı bir olayla da örneklendirmiştir.Filozof Sokrates ve eşi bir türlü geçinemiyormuş. Bir gün hanımı Sokrates’e bağırıp çağırırken bakmış kocası hiçbir tepki göstermiyor, bir kova suyu alıp başından aşağı boşaltmış. Sokrates eşine sert tepki vermek yerine mizah kullanmayı tercih etmiş ve şöyle demiş :‘bu kadar gök gürültüsünden sonra bir sağanak bekliyordum zaten’ Kulağa gelen müzik tekse de, onu oluşturan notalar farklıdır. ‘Halil Cibran’ Anlaşmazlıklar olabilir. Önemli olan anlaşmazlıkların varlığı değildir, onları çözerken ilişkinizi en az yıpratacak yöntemi uygulamak önemlidir. Evliliğin en önemli unsurları sevgi ve saygıdır. Bu ikisi yitirilmediği sürece çözülmeyecek sorun yoktur. Uzun lafın kısası ;  iyi niyet, birbirine açıklık , esneklik , ön yargıdan uzak davranmak ve mutlu olma isteği olmadan başarılı bir evliliğe ulaşmak mümkün değildir. Bu nedenle şu da bir gerçektir ki , ben değil biz olunması evliliğin en önemli ilkesidir. Yasemin KILGIProfesyonel Koç28.02.2021

Daha Fazla »

Zihnin Dalgalarında Sörf Yapmak

Tamam, kabul ediyorum. Pek de normal olmayan bir başlık.  Bu sefer yazmak istediğim konu günlük hayatta karşılaştığımız şeyler değil. Fakat yine de keyifli bir yolculuk sizi bekliyor. Temel  ve daimi  barınma yerimiz olan bedenimizin kendisi başlı başına bir mucizedir. Bununla birlikte, Bedenimizin en mucize kısmı olan parçamız tartışmasız beynimizdir. Her zaman bu esrarengiz yapıya  büyük bir şaşkınlık ve hayranlıkla ilgi duymuşumdur. İşin asıl mucizevi tarafı  , ilk nefesimizden önce bile bizim için kendini hazırlayan ve son nefese kadar hiç durmadan gece gündüz işleyen bir mekanizma olmasıdır. Beyin ile alakalı konuşulacak pek çok  konu başlığı olsa da , bugün asıl bahsetmek istediğim biraz daha farkındalığa dayalı ve pragmatik değer taşıyan  “ dalgalar “ konusu. Hadi gelin önce ‘bu dalgalar nedir?’ ile başlayalım. Deniz dalgalarına sadece grafiksel olarak benzeyen beyin dalgalarının, aslında hiçte tahmin etmediğimiz karmaşık  bir çalışma mekanizması mevcut. Bildiğiniz gibi beyin doğası gereği elektro-kimyasal çalışma prensibindedir. Sinir hücrelerinin çalışması ile birlikte ortaya elektromanyetik bir alan çıkar  ve bu alanı EEG ( elektroensefalogram) yani beyin akım çizelgesi bizim için görünür kılar. Bu bağlamda elektormanyetik alan içerisinde bir frekansın varlığından bahsedebiliriz. Bu frekansların içeriği , şiddeti ve yapısı duruma göre değişkenlik gösterebildiği gibi , bu frekansların üzerinde  kontrol yetkimizin ve etkimizin olması sevindiricidir. Araştırmalar, insanlarda derin uykuda rastlanan düşük beyin aktivite seviyesinin  “ Delta dalgaları “  , derin uyku  ve uyanıklık arasındaki evrenin “ Teta dalgaları “ , yaratıcı evrede  “ Alfa dalgaları  “  , bilinçli düşünce esnasında görülen daha yüksek frekanslara  “ Beta dalgaları “  ve kayıt altına alınmış en yüksek bilinç seviyelerinde mevcut olan frekanslara da  “ Gamma Dalgaları “  denmektedir. Her biri kendi içinde bir devir sayısı ile ifade edilmekle birlikte yine her birinin yoğun yaşandığı dönemler vardır. Bunları şu şekilde basite indirgeyebiliriz ; Delta dalgaları  =  5 -5 devir( saniyede) / Doğumdan  2. yaşa kadar beyin en düşük dalga seviyesinde iken Teta dalgaları =  4 – 8 devir /  2’den  genellikle 5 yaşına kadar geçen sürede Alfa dalgaları =  8 – 13 devir / 5 ile 8 yaşları arasında gerçekleşen Beta dalgaları = 13 devrin üstü /  8 ile 12 yaşlarında beyin aktivitesi frekanslarının yükselmesi ile ortaya çıkar Gamma dalgaları = Belgelenmiş en yüksek dalga frekanslarıdır / 40 – 100 hertz aralığında gerçekleşir Dr. Joe Dispenza ‘nın kıymetli eseri olan   “ Kendiniz Olma Alışkanlığını Kırma “ kitabında konuyla ilgili güzel örnekler vererek  oldukça basitleştirmiştir. Konunun kendisi kitap olma değeri taşıdığından çok derinlere inmeden her biri nezdinde anlam oluşturabilmeniz adına birer cümle ile tanımlayacak olursak; Delta evresinde iken : Dış dünyadan gelen bilgiler beyinde eleştirel düşünce veya önyargı olmadan girer. Teta evresinde iken : Bu evrede işlev gösteren çocuklar trans halinde gibidir ve öncelikli olarak içsel dünyalarına bağlıdır. Alfa evresinde iken : Analitik zihnin geliştiği , dış çevreye bağlı yorumlamaların ve çıkarımların yapıldığı evre. Beta evresinde iken : Bilinçli – analitik düşünceyi temsil eden  ve üçe ayrılan evre. Gamma evresinde iken :  Yoğun minnet , mutluluk , merhamet gibi duyguların düzenli ve tutarlı yaşandığı evre. Lakin, bizim yaşamımızın en yoğun geçtiği evre Beta dalgalarıdır. Bu yazıyı yazma amacım da tam olarak bu noktada bir farkındalık yaratmak  ve günlük hayatlarımızda bir nebze de olsa ipleri elimize almak. Peki bu ipleri nasıl elimize alırız? Hadi gelin bir de yakından bakalım… Bilinçli uyanık zamanlarımızın çoğunun geçtiği Beta dalgaları ; Düşük Aralıklı Beta Orta Aralıklı Beta Yüksek Aralıklı Beta Fazla gayret sergilemeden mevcut olan dikkat düzeyi – “ Düşük Aralıklı Beta “ dır. Bilginiz dahilinde olan bir kitap okuyorsanız eğer bu durumda  Düşük Beta’dasınız. Bir uyarıcı vesilesi ile yoğun dikkat düzeyinde  “ Orta Aralıklı Beta “ dır. Yine okuduğunuz bir kitap ile ilgili bir soru ile karşılaşırsanız  dikkatiniz yoğunlaşır  ve analitik düşünce başlar. Zihnin gereğinden fazla dikkat seviyesinde  olduğu “ Yüksek Aralıklı Beta “dır. Aşırı stres yüklü olunan durumlarda beden düzen sağlayamayacağı kadar uyarılır. Şimdi artık rahat bir nefes alıp bilgi bombardımanından bir süreliğine kendimizi kurtaralım. Bize en tanıdık gelenlerden biri  “Yüksek Aralıklı  Beta “  alanı değil mi ?  Hem yaşadığımız zorlu hayat süreçleri hem de çevresel anlamda yaşanılan zorluklar daimi bir şekilde stres üretmemize neden oluyor. Kendimizi  sağlıksız bir beyin dalgasına maruz bırakarak pekte sağlıklı olmayan olaylar döngüsünde buluyoruz . Kendimizi    ne zaman  yoğun stres  ve baskı altında hissedersek , bilelim ki  biz şuan yoğun beta dalgalarının saldırısı altındayız.  Bu durumun farkında vardığımızda nazikçe kabul edip,  ufakta olsa hem zihnimize hem de bedenimize oldukça zarar veren bu evreden farkındalıkla aramıza mesafe koyalım. Bunun için bireysel tecrübelerimden de yola çıkarak aynı zamanda faydasını gördüğüm etkili bir aktivite olan, kendimizle daha yakın ilişki geliştirebileceğimiz   “ Meditasyon “ teknikleri önerebilirim. Meditasyon için, özellikle gün başlangıçlarında  ve sonlarında  alınan verimin arttığı söylenmektedir. Kim bilir belki bir sonraki yazının konusu olur ve hep birlikte  daha derin bir yolculuğa çıkma şansını yakalarız.. Çağdaş ACIMIŞProfesyonel KOÇ/Eğitmen28.02.2021

Daha Fazla »